Bir
süredir kadın ile erkek arasındaki cinsi münasebetler (cima) başta olmak üzere,
cinsellikten cinsler arası ilişkilere kadar uzanan pek çok konuya dair İslâmcılar’ın
tepki uyandıran açıklamalarına şahit olmaktayız. Bu açıklamalar bazı dönemlerde
yoğunlaşmakla birlikte, aslında bu tarz söylemlerin evveliyatı uzun zaman öncesine
dayanıyor ve ben kendimi bildim bileli türlü türevleriyle İslâmcılar, benzer
görüşleri zaten her fırsatta dile getiriyorlar.
Fakat
eskiden bir miktar “acaba ne denir?” kaygısı mevcuttu ve bu kaygının sonucu
olarak az da olsa bir toparlanma görülebiliyordu. Dahası tepki verenler
nezdinde, açıklamaları böyle sıcağı sıcağına duymak ve kitlesel infiale hızla katılmak
da mümkün değildi. Aksine bu cinsiyetçi söylemleri bir biçimde okuyan, duyup da
onaylayan sayısı (belki) yüksek olsa bile, onlar için de bu çıkışlara destek
vermeye yarayan imkânlar yine çok sınırlıydı. Aynı açıklamaların günümüzdeki
sahipleri ise, hem mevcut politik ortamı hem de kitle iletişim araçlarının
sunduğu fırsatları arkalarına alarak, daha fütursuz ve artık daha cesurlar. Zira
önceki muadillerine nazaran “kitlesel kabul gördüklerini” düşünerek daha da hadsizleşiyorlar.
Anımsatmak
açısından bu açıklamalara birkaç örnek vermek gerekirse: Birisi “annen de olsa diz kapağının altından göbeğine
kadar ve sırtına bakamazsın. Annen de olsa, diz kapağının üstü tahrik eder. İslam gerçeği konuşuyor”
derken; bir diğeri “kadın sesinin tahrik
ettiğini” belirtiyor. Algıda seçicilik sonucu kot pantolona odaklanan bir başkası,
üniversiteye giden kız öğrenciler için “kot pantolonuyla erkeklerin bakışı arasında kızın yürüyor, delikanlılar
arkasına takılmışlar, arkasından gidiyorlar. Yavrunu cehenneme attın cehenneme!”
şeklinde müminleri uyarırken; yine bir diğeri “cinsel münasebet esnasında afedersiniz eşeklerin yaptığı gibi tamamen
soyunmayın” buyuruyor. Son dönemlerin Yıldız’ı bir başkası da “gıdayı şehveti azdırmayacak tarzda
kullanmak. Baharatlı yiyecekler, aşırı et tüketimi, cinsel şehvete uyaracak
gazlı –kahve gibi, çay gibi, kakaolu içecekler- bunlar şehvet uyandırıcı
şeylerdir. Bunlara dikkat edeceğiz”; “uyku
çok önemli. Yatağa, yatar yatmaz gözünü kapatıp uyuyacak yorgunlukla ve
vaktinde girmek gerekir. Yatakta geçirilen her boş dakika, şehvete doğru kaymış
bir dakikadır ve yatağın şekli, yorgandan battaniyeye varıncaya kadar insanı,
bilhassa erkeği gıdıklayan cinsel dürtüleri rahatsız eden bir yapıda
olmamalıdır” ile “yabancı bir erkekle
kadının asansörde yalnız kalması neticesinde İslam’a göre ‘halvet’
şartlarının oluşacağı” yönünde açıklamalar yapıyor.
Örnekler
çoğaltılabilse de kamuoyunun bir süreliğine yoğun ilgisine mazhar olan bu
açıklamalarda, kimi zaman tarikat liderleri, bazen politikacılar veya kamu
görevlileri, çoğu kez de ilahiyatçıların böylesi “orijinal” görüşlerini farklı
ortamlarda ve herkesle paylaşmaktan hiçbir sıkıntı duymadıkları da dikkatlerden
kaçmıyor. İnsan aklı ve mantığının bu görüşleri anlamada pek çok kez
zorlandığı, hatta her işitildiğinde “bir insanın aklına böyle şeyler nasıl
gelebilir?” sorusunun sıklıkla sorulduğu bu açıklamalar, esasen, İslâmcılar’ın
cinsellik ve cinsiyetlere dair “ne gibi sorunları” olduğu üzerine düşünmemize de
yol açıyor.
Anlamaya Çalışma Çabası
Yine
de başlamadan söylemek gerekirse, böylesi görüş ya da açıklamaları “sapıklık”,
“cinsel açlık” vb. tabirler çerçevesinde değerlendirmek, öfkeyle geçiştirmek, İslâmcılık
adındaki bu siyasal düşünce dünyasında nelerin olup bittiğini, bu zihniyetin (örneğin,
gece üzerimize örttüğümüz battaniye ile “tahrik olma” arasında) nasıl olup da bir
ilişki kurduğunu anlama çabasından bizleri uzaklaştıracaktır. Öyle ki, eğer öncelikli
derdiğimiz “bilimsellik” ise, burada doğru tavır konuya analitik yaklaşmak
olmalıdır. Ne kadar saçma sapan ya da değersiz bulunsa, hatta öfkelenilse de “anlamaya
çalışmak” bilimselliğin gerekliliğidir ve bu anlama çabası, asla kabul etme ya
da sevimli göstermeyi içermez. Tersine herhangi bir olgu/vaka anlama çabasıyla
karşılanmazsa, çözüm de üretilemez. Dolayısıyla anlama çabasının bir
gerekliliği olarak öncelikle bu tarz söylemlerin hangi zihni kanallardan
temellendiğine bakmak yararlı olacaktır.
Nitekim
böylesi söylemleri besleyen, benzer açıklamalara dayanak olan temel referans
noktalarından ilkinin, dinî bir ahlâk anlayışında gizlendiği söylenebilir. Zira
İslâm dininin gündelik hayatta toplumsal kural ve normlarını sağlamlaştırmak
amacını taşıyan İslâm ahlâkı, içeriği itibarıyla bu söylemleri destekler
özelliklere sahiptir. Çünkü bu “ahlâk” şekli, kadın bedeni ve cinselliği başta
olmak üzere, kadın ve kadına dair ne varsa ilgi alanına almıştır. Hatta erkeklerden
bahsedildiği anlarda bile erkeğin “ahlâkı”, kadın üzerinden (namus, iffet vb.)
tanımlanır. Öyle ki İslâm’ın cinsellik ile ilgili yasakları, aynı zamanda ahlâk
kaideleri/normlarını da ifade ettiği için, burada bir değerler bütünü olarak
ahlâk, uyulması gereken normları oluşturur, yasağa/buyruğa karşı gelenlerin
toplumsal cezaları da farklı biçimlerde belirlenir.
Şehvete Odaklanan Bir “Ahlâk”
Biçimi
Bununla
birlikte şehveti önlemek adına İslâmî norm ve kurallar çerçevesinde ne kadar “ahlâklı”(/“terbiyeli”)
olunursa o derecede de mevcut ilâhî düzenin farkına varılacak ve kişi aynı
oranda var olduğunu düşündüğü ilâhî yasalara uyum sağlanmaya çalışacaktır. Lâkin
bu düşünceden boy veren uyumun bir ucunun da toplumun huzur, emniyet ve
asayişinden başlayıp nizamına kadar uzandığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Üstelik
aynı “ahlâk”a göre şehvet ya da cinsellikle ilgili herhangi bir durumun
doğrudan günah, dinsizlik, millî hissiyat yoksunluğu, kültür/gelenek düşmanlığı,
anarşi, yozlaşma, inançsızlık veya “ahlâksızlık” gibi farklı nitelemelerle birlikte
anıldığı da görülmektedir.
Diğer
taraftan İslâm ahlâkı, tıpkı diğer dinî ahlâk biçimleri gibi, öncelikle nefs kontrolüne odaklanmıştır. Öyle ki
bu kontrol biçimi, ferdi (İslâm’da “birey” yok) ilgilendiren ve insan doğasına
ait yaşamsal içgüdüler ile yeme-içme, cinsellik gibi yaşamı devam ettirmeye
yarayacak bedensel bütün ihtiyaçlara dair eylemlere sınırlamalar getirme
üzerine kuruludur. Fakat nefs ile
anlatılmak istenenin aslında, yeme-içme, öldürme tutkusu, zevk ve eğlenme,
aşırılığa karşı direnç vb’lerinden daha fazla, cinsellik ile alâkalı durumları
kapsadığı görülmektedir. Keza cinselliğe yenik düşecek nefs, listedeki diğer “yenilgilere” göre hem toplum, hem de ferd
açısından düşünüldüğünde, daha “tehlikeli” kabul edilen bir pozisyona sahiptir.
Tabi nefs’in cinsellikle
örtüştürülmesi, kavramın temelindeki asıl kuşkuyu ve cinsel dürtülere her an
meyletme potansiyeli olan ferde/mümine karşı duyulan güvensizliği de bizlere
işaret eder.
Dolayısıyla
İslâm ahlâkı, ferde karşı derin bir güvensizlik eşliğinde “şehvete/dürtülerine
yenik düşen müminler” üzerinden kendisini tanımlar ve yaptırımlarını meşru
kılar. Zaten nefs, cinsellik ve
ahlâkın birbirlerini destekledikleri nokta, tam da burasıdır. Cinsel yaşam ve
dürtüler, nefs’in yoldan çıkmasına
neden olan şeytanîlik’ler ve günahlar’la dolu olabileceği için, kontrol
edilmeli ve sınırlandırılmalıdır. Bu sınırlandırmalar da genelde, az yeme-içme,
az uyuma ile tembellikten kaçınma ve cinsel dürtüleri dinin uygun gördüğü bir
çerçeve içerisinde yaşama etrafında örgütlenmiştir. Burada beyan edilen amaç, tanrının
emirlerini uygulamak ve onun öngördüğü sosyal düzenin yerine getirilmesi olsa
da örtük amaç, iktidarın ve dinî otoritenin sürdürülmesi, emirlerin “tüm
inananları kapsadığı” iddiası eşliğinde herkesin aslında tanrı katında “eşit”
olduğunu fikrine güvenin sağlanmasıdır. Böylelikle alt sınıflardakilerin
ellerindekine kanaat etmesi, rıza göstermesi ve olanlarla yetinmesi de devam
ettirilebilir.
İşte
bu sebeple, dinin meşru gördüğü ya da haram kıldığı cinselliğin bir biçimde “kontrol
edilebilir” hâle gelebileceğine inanç, yukarıdaki söylem sahiplerinin hemen her
fırsatta bu tarz açıklamaları yapmalarına neden olmaktadır. Dolayısıyla mevcut ferde
güvensizlik, kadın ile erkek ilişkileri mevzubahis olduğunda (bir cinsel temas
ihtimali söz konusu olmadığında dahi) zirvelere tırmanır. Çünkü türlü
felaketlerin, depremin, hatta (tüm iktisat teorilerini yerle bir edecek
biçimde) fakirliğin bile zinadan kaynaklandığına tartışmasız inanmışlar için
bir yerlerde “zina yapıldığı” düşüncesi ya da ihtimali, başka hiçbir konuda
olmadığı kadar İslâmcılar’ı rahatsız etmektedir. Böylelikle cinsellik ve şehvet
kaynaklı “kötülükler”den korunarak toplumsal huzurun sağlanacağı fikri, kadınlar
ile erkeklerin ortak kullandıkları mekânları ortadan kaldırma, yasaklama ve
haram kılma ile sonuçlanır.
Fakat
engellenmeye çalışılan şehvet duygusu her zaman karşı cinsten kaynaklanmaz. Keza
İslâm’a göre “cinsel dürtü uyandırdığı” düşünülen şeyleri kapsayacak genişlikte
bir “database” henüz icat edilmemiştir. Bazen iç gıdıkladığı düşünülen bir
battaniye, bazen alkol dahi içermeyen gazlı bir içecek, bazı zamanlar bir film
ya da fotoğraf, bir kot pantolon/tayt, bir şarkı veya kadın sesi, otobüste
tesadüfen de olsa bir kadına sürtünme, zihin perdesine düşen bir görüntü,
annemizin çıplak dizi vb. bile İslâmcı düşünce erbabı için “şehvete
sürükleyenler” kategorisine alınabilir. Dolayısıyla bunların tümünden uzaklaşmak
(nasıl başarılabilecekse artık?) haram’a
bulaşmamak adına elzemdir. Tabi günümüz dünyası şartlarında buradaki asıl
problem İslâmcı’nın bunu sadece çevresi için değil, başkalarının hayatlarını da
içerisine alacak biçimde engellemeye çalışmasından kaynaklanmaktadır.
“Engelleme”
kelime anlamı bakımından şık durmasa da buradaki sıkıntının imdadına başka bir kavram
dağarcığı yetişir. Çünkü İslâm’da uyarmak ve ikaz (/tebliğ/İslâm’a davet), kime
karşı olursa olsun zorunlu bir yükümlülüktür ve ölünceye kadar devam eder.
Nitekim İslâmcılar (cinsellik ve şehvetle ilgili mevzular başta olmak kaydıyla)
her konuda ve herkesi sürekli uyarmalarının meşruiyetini buradan alırlar ve bunun
bir “görev” olduğu düşüncesiyle yaptıkları ikazlardan da hiçbir sıkıntı veya
utanç duymazlar.
Dahası
kadınların (hatta küçük kızların bile) cinsel obje haline getirilip kamusal
hayattan dışlanarak eve kapatılma çabaları, karma eğitim karşıtlığı,
kızlı-erkekli evler tartışmaları, flört, kadınsız tiyatro gösterisi, asansörde
yalnız kalma üzerine beyanlar ve daha fazlasının temel çıkış noktası, yine türlü
biçimleriyle birlikte birilerinin, bir yerlerde zinaya düşme ve harama bulaşma
riskidir. Başkaları bile olsa, zina ve harama bulaşıldığında tanrı tarafından
bir şekilde ve herkesin cezalandırılacağını peşinen kabul etmiş korku dolu İslâmcı
tahayyül, başka hiçbir mevzudan duymadığı kadar derin bir mesuliyet duygusu
eşliğinde, yaşanan ve yaşanacak tüm belaların sorumluluğunu öncelikle kendi
üzerinde hissettiği için, bir cinsi münasebete olanak sağlayacak her ortama
daha baştan engel olmaya çabalamaktadır. Bunun da biricik yolu, yine kadınlar
ile erkeklerin mekânsal ayrımı ve şehvet/cinselliği çağrıştıracak her şeyden
uzaklaşma zorunluluğudur.
Çözüm: Seküler Bir Ahlâkta
Bitirirken
genel kabul gören bir hadisten bahsetmek yararlı olabilir. Zira bu metin, konu
ettiğimiz meselenin birkaç meczubun bireysel çıkışları olmadığını, bu açıklama
sahiplerinin kendilerini de aşan bir zihniyet biçiminden referans aldıklarını ispat
açısından önemli olabilir: “Kadınlarla
bir arada yalnız kalmaktan sakının. Allah-u Teala’ya yemin ederim ki, bir kişi
bir kadınla yalnız kalınca, aralarına şeytan girer. Bir kimsenin çamurlu bir
domuzla sıkışmış durumda olması, o kimse için kendine helal olmayan bir kadına
dokunmasından daha hafif kalır.”
Sonuç
olarak ahlâkın içeriğinin bir din (duruma göre etnisite) tarafından
doldurulması veya bunları içeren bir “ahlâkî” yaklaşım, tüketim çılgınlığıyla israfın
bile ihtiyaca dönüştüğü günümüz dünyası karşısında, yenilgiye uğrayıp
biçimsizleşmeye ve bozulmaya mahkumdur. Dahası, ayrımcı, fakir ve içeriksiz olduğu
için de uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Nitekim Türkiye’de tüm sosyal
sorunların altında yatan temel problemlerden biri de olay, durum, eylemler vb.’ne
karşı verilen tepkileri toparlayacak ortak bir ahlâkî konsensüs yokluğu ve
bunun neticesinde herkesin olan biteni kendi mutlak doğrularını yaşadığı, kendi
ahlâk adacıkları üzerinden değerlendirmesi olarak tespit edilebilir. Örneğin
buna göre, herhangi bir İslâmcı için bu cinsiyetçi, ayrımcı ve fütursuz
açıklamalarda bir problem bulunmamaktadır. Zira bazılarının “gerçek İslâm bu
değil” karşı çıkışlarına rağmen, bu kişiler açıklamalarını inançlarının
gerekliliği olan ahlâka göre yapmaktadırlar.
Dolayısıyla
norm ve kurallar bütünü olan ahlâk, bugün yaşadığımız ülkenin temel çatışma
noktasıdır ve daha da vahimi, bu durum artık “birlikte yaşama” adına sürdürülebilir
olmaktan çıkmıştır. Çözüm ise insan bireyciliği ve egoizminin bir inanç
vasıtasıyla değil, güçlü bir ahlâkî merkez, yeni bir sosyal ahlâk aracılığıyla
genel çıkarlara uygun hâle getirilmesinde yatmaktadır. Bu da ancak toplumda
seküler bir ahlâk eğilimi ve eğitimiyle, yeni bir adalet duygusu ve kamu
vicdaniyle mümkün olabilir.
Bu makaleye, şu LİNK'ten de ulaşılabilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder