24 Kasım 2012 Cumartesi

FENOMEN

Edmund Husserl’e göre nesneler sorunlu “şeyler”dir ve fenomenolojik indirgeme yoluyla “kurulmaları” gerekir, buna “yeniden kurma” denir ve bu aynı süreci ifade eder. Meselâ, karşımdaki iskemleyi görmem onun varolduğuna olan inancımı pekiştirir. Oysa aşkın (fenomenolojik) indirgemeyi uygularsam bu iskemlenin gerçekten varolduğuna inanmaktan vazgeçerim, ama bunu yadsımam da; onun varlığıyla ilgili her “yargıyı askıya alırım.” Bundan sonra algılanan iskemle ayraçların dışında kalır, ama iskemleyi fark ettiren yargının bilinç akışının bir öğesi olduğundan şüphe edilmez. Bu algının yöneldiği konu olan fiziksel iskemlenin kendisi değildir; bilincimde yer alan ve belleğimde saklayabildiğim, algının içeriği olan ve bilincimin fiziksel iskemleye yönelmesine yol açan, “fenomen (görüngü)” algıladığım açıdan ve algılayabildiğim kadarı ile iskemledir; iskemlenin benim bilincimde beliren vechesidir; belli bir fenomenidir.
Bilinç verilmişliklerin edilgin olarak içinde taşındığı boş bir kutu değildir. “Bilincin yönelginliği (intentionality)”, en basit şekliyle söylersek, bir şeyin bilinci olmadan bilinçlilik de olmayacağı anlamına gelir. Her bilinç hâli bir konuya yönelgin bir bilinç hâlidir ve bilinçlerin yöneldikleri bu konular, yani yönelgiler (noemata’lar), bilincin karşısında bulunduğu konulardır.

18 Kasım 2012 Pazar

"VİCDAN"

Heidegger’e göre “vicdan”, insanda kaygı varoldukça gelişen bir şeydir. “Vicdan” insanın özgür eylemidir, onun derinliği ve yüksekliği de bundan ileri gelir. “Vicdan” daha doğrusu “vicdanın sesi”  insana suçunu bildirir, bu suç “burada-olan”ın kendisindedir. Biz istemeden kendimizin seçmediği durumlar ortasında buluruz kendimizi ve üstesinden gelemeyeceğimiz ödevlerle karşı karşıya kalırız. İnsan bu durumda kararlı olmalıdır, burada-oluşunun getirdiği olumsuzluklara karşı kendini yenilgiye bırakmamalıdır. Heidegger “alınyazını, ölümün bile söz konusu olsa, kendi eline al” der. “Vicdanın sesini” bastırmaktansa vicdanlı biri olmaya hazır olmak gerekmektedir.
Kararlılık insanın yaşanını güçlükler içinde de olsa eline almasını sağlar. “Dünyada-olma”nın bir kipi olan azim, “Dasein”ı dünyasından yalıtmaz veya tamamıyla ayırmaz. Aksine “Dasein”ı dünyasındaki özgün yerine, varolanlarla ilgiye dayalı özgül ilişkilerine ve ötekiler ile meraka dayalı ilişkilerine geri döndürür. Azimli olmak, belirli bir kapsam içindeki varoluşsal olanaklardan tasarıda bulunmayı içerir. Azim kendi faaliyetinin bağlamını oluşturmaktır.

1 Kasım 2012 Perşembe

TEKNOLOJİ VERSUS ÖZGÜRLÜK

"...Tekniğin toplum üzerinde otorite kazanmasını sağlayan zeminin, ekonomik yönden en güçlülerin toplum üzerindeki iktidarı olduğu suskunlukla geçiştirilmektedir. Teknik rasyonellik bugün egemenliğin rasyonelliğidir. Bu rasyonellik, kendine yabancılaşmış toplumun cebri niteliğidir.”
M. Horkheimer & T. Adorno (Aydınlanmanın Diyalektiği’nden)*

Yaşadığımız dünya, teknolojiyi zorunlu olarak kullanmak mecburiyetinde kalacağımız şekilde düzenlenmiştir. Yaşamımızın her alanında teknoloji ve onun ürünleri vazgeçilmez araçlar olarak yanı başımızda durur. Yaşamın bu pratik araçları, bireylerin “rasyonel” amaçlarını gerçekleştirmelerinde önemli yardımlarda bulunur.
Öyle ki, bu yönüyle teknoloji, aynı zamanda bir rasyonelliğin de tezahürüdür. Modern toplumları oluşturan/öyle olduğu düşünülen rasyonellik, bilimden yarattığı teknoloji ile özgürlük vaadini de arkasına alarak geleneksel toplum ve ona ait değerleri ortadan kaldırmıştır. Fakat, biraz da yapısalcılar gibi düşünerek söylersek, geleneksel toplumun yerini sanayi toplumuna bırakması, geleneksel toplum içerisindeki değerlerin de ortadan kalkışı anlamına gelmemektedir. Değerlerden birçoğu biçim değiştirerek modern topluma uyum sağlamışlardır. İşte, geleneksel toplumun kendi sınırlı yapısı içerisindeki totaliter değerler de, modern devlet ile de birleşerek, daha inceltilmiş ve göze batmayacak bir hâle geldiler ve modern toplumdaki farklı alanlara dağıldılar.

Bu alanlardan birisi de Frankfurt Okulu’nun teorileştirdiği “kültür endüstrisi”nin ürünü olan “kitle kültürü” kavramıdır. Çünkü modern kapitalist devlet teknolojiyi, ideolojik olarak ve yoğun bir şekilde kültürel alanda da kullanmaktadır. Frankfurt Okulu’nun bu teorisine göre, kültürün bir meta olarak dolaşıma girmesi ve böylelikle bir endüstriye dönüşen kültürün asıl vasfı olan sanatsal niteliğinin ideoloji yayan bir metaya dönüşmesi, kültürü yayan kurumların yerine devleti geçirmiş, böylelikle de bireylerin birbirleriyle yalnızca ortak bir otorite vasıtasıyla ilişkiye girmelerine neden olmuştur. Bir otorite şekli olan devletin sadece kültür yoluyla iktidarını kuruduğu söylenebilse de, kültürün artık fazlasıyla teknolojiye bulaşması, hatta sadece “teknolojik” olması, onu teknolojinin yükselttiği bir kültür endüstrisi haline getirmiştir. Görüyoruz ki, kültür için teknoloji, vazgeçilmez bir güç ve otorite aracı olmuştur.


* HORKHEIMER, Max & ADORNO, Theodor W. (1999): Aydınlanmanın Diyalektiği ,  Kabalcı Yayınevi, İstanbul, S: 8-9