Fotoğraf İKİ

AMATÖR BİR FOTOĞRAFÇIDAN "bu çağda babam da fotoğrafçı olur" NOTU:

Fotoğraflar üzerinde ne çekim anında (fotoğraf makinesi aracılığıyla bile) ne de sonrasında hiçbir şekilde oynama/düzeltme/netleştirme veya Photoshop, Paint, Pixia vb. programlar kullanarak herhangi bir fotoğraf hokkabazlığı (sahte yaratı) yapılmamıştır. Sadece bazı kareleri "malum sebepten" dolayı küçülttüm.

Unutulmamalıdır ki fotoğrafı makine değil, "bakmasını bilen" bir göz çeker. Makine sadece basit bir aracıdır. İşte fotoğraf makinesinin ardındaki göz neyi çekmişse, (yeniden yaratılmamış, oynanmamış, süslenmemiş, tık'lanma şehveti ve tüketim beklentileriyle sahteleştirilip sunulmamış haliyle) burada gördükleriniz o karelerdir.

Aşağıdaki karelerden de anlaşılacağı üzere genel itibarıyla sokak ve mekân fotoğrafları çekmeyi seviyorum.

Amatör EKİPMAN: Nikon D5100,

 Tamron 18-270mm f/3.5-6.3 di ii vc pzd

Nikkor AF-S 18-55mm f/4-5.6G IF ED

Nikkor AF-S 55-200mm f/3.5-6.6G ED VR II

Bazen de telefon.

Fotoğrafları büyütmek ve ilerletmek için üzerlerine TIKLAYINIZ!

...
*** İngiltere (26 Ekim 2021 - ) ***

#Londra'daki en önemli "altkültür" (ki bu tanımlama bana ait değil ve tartışılmalıdır) mekânlarından birisi:  #CamdenMarket #CamdenTown

İlk gidişimiz olduğu için Nikon yanımda değildi. Bu görüntülerin tümü cep telefonuyla çekildi. Yine ve yeniden gideceğiz. Yalnız bir dahaki sefere Nikon çekecek bu kareleri... :) #London











Duvar resimlerinin güzelliğine buyurun... #London #Londra #CamdenMarket #CamdenTown













 

Şu "VosVos" efsanesi biter mi ya hu?

İşte bir efsane daha! #Vespa



*** Dersim ***

 Aprona son ulaşan, yemekleri ısmarlar... :)) #Dersim

 
 *** Eskişehir (9 - 11 Ağustos 2020) ***
 
 
Kurşunlu Camii (1517-1525)... Sütun başları tanıdık geldi. :)

Eskişehir Sazova Parkı... Korsan Gemisi'nden Şato'ya bakış...

Kaptan Kabasakal'ın gemideki odası...

Okusaydı, böyle olmazdı. :)

Eskişehir Odunpazarı'nda bir el emeği tezgahı...

Odunpazarı...

Odunpazarı, #pencereler #windows ...


Odunpazarı sokakları...

Eskişehir ETİ Arkeoloji Müzesi...

Bir savaş arabası... Simülasyonunu da yapmışlar...

Müzenin en meşhur eseri: Güneş Kursu... M.Ö. 2400-2200 civarı...

Eskişehir ETİ Arkeoloji Müzesi... Hitit Uygarlığı...

Eskişehir ETİ Arkeoloji Müzesi...Doğu Roma Uygarlığı...

Kybele... Ana Tanrıça'dan geriye kalanlar... :((

 
 *** Roma (13 - 21 Ağustos 2019) ***
II. Roma Seferimin fotoğraflarını buraya yüklüyorum.İlk gezimde 570 civarı fotoğrafı blog'a yüklediğim için (şurada: https://yavuzcobanoglu.blogspot.com/p/fotograf.html ) bu kez tekrara düşmemek adına (yine 1500 civarı fotoğraf arasından) sadece 41 adet kare seçtim. Ve işte ilk kare...
Rönesans döneminde Papa tarafından tepesine "Aziz Petrus heykeli" dikilen Traianus Forumu'ndaki Traianus Sütunu... Ay ile yan yana gelince güzel bir görüntü oluştu. Sütun ile ilgili bilgiye ise şu link'ten ulaşılabilir: http://www.nationalgeographic.com.tr/makale/nisan_2015/muhtesem-traianus-sutunu/2443

Aynı kompozisyonu Traianus Sütunu'nun bir de diğer tarafından kareledim...


İtalya’nın ilk kralı II. Vittorio Emmanuele adına yaptırılan göz alıcı anıt... Fakat sadece o kadar, gerisi yok... Yapımı 1885-1911 yılları arasında gerçekleşmiş. Romalıların sevmediği bir anıt olduğunu da ekleyelim.

Bu kez anıtın sol tarafındaki heykellerden birisini köşeye alıp dolunay ile birlikte kareledim. Masalsı bir kare olmuş...

Roma Banyoları'nın ön tarafında Piazza della Repubblica Meydanı'na bakan Santa Maria Degli Angeli e dei Martiri Bazilika'sı var. Bu el, oradaki bir İsa heykeline ait...

Santa Maria Degli Angeli e dei Martiri Bazilika'sındaki tablolardan birisinin tadılatı...

Santa Maria della Vittoria Kilisesi'nin tavan süslemeleri... Bu nasıl bir güzellik ve nasıl bir anlatım???.

Modern bir İsa heykeli... (Kilisenin adını not almamışım.)

Roma'da beni en çok etkileyen yapı... İki gezimde de her köşesini didik didik ettim. İnsanı baştan çıkaran, içine çeken, alıp götüren bir etkiye sahip... Antik çağlardaki ihtişamı ve etkileyiciliğini tahmin dahi edemiyorum.

Basilica del Sacro Cuore di Gesù'nun tepesindeki İsa heykeli...

Bir de Aziz Petrus'lu şeklini yakaladım.

Michelangelo'nun muazzam "boynuzlu" Musa Heykeli'ni bir kez daha görmek heyecan vericiydi. San Pietro in Vincoli Kilisesi'ndeki heykel, mermere nasıl hayat verildiğinin göstergesi gibi...

San Pietro in Vincoli Kilisesi'ne giderken rastladığımız bir duvar grafitti'si... Önünde bol bol fotoğraf çekildik...

San Pietro'nun meşhur Papalık koruması olan "İsviçreli" muhafızlarından birisi... Turistlerin klasik karelemesi...

Pieta (1499)... Michelangelo'nun ünlü mermer heykeli... San Pietro'nun girişinde, hemen sağda saldırıya uğradıktan sonra camekan içerisine alınmış. Çok etkileyici olduğunu bilmem belirtmeme gerek var mı?

San Pietro'dan Trastevere'ye yürüyerek geçerken bağlantı köprülerinin ortasında yakaladım bu karelemeyi...

Şöyle de bir tam cephe var.
Yine aynı yerdeki bir başka heykel...

Panteon... M.S. 140 yılındaki teknolojiyle yapılmış bu tavan... Tavanın yükünü azaltabilmek için kademeli geçişler yapılmış. Bir önceki gezimde daha güzel bir tavan fotoğrafı yakalamıştım. Bu onun kadar iyi olmadı...

Cepheden Pantheon... Yapının alnında "M. Agrippa L. F. Cos. Tertium Fecit"yazıyor. Merak edip baktım: “M. Agrippa” yani, Marcus Agrippa (Marcus Agrippa, önceki dönem Roma imparatoru Augustus’un çocukluk arkadaşı, damadı, sağ kolu ve bir ara varisi olan mimar Marcus Agrippa.) “L.F.” yani, Lucius Filius, Lucius’un oğlu; “Cos,” konsül; “Tertium” üçüncü kez; “Fecit”, bunu yaptı. Yani alınlıkta, "Pantheon’u Lucius’un oğlu, üçüncü kez konsül seçilen Marcus Agrippa yaptı" yazıyormuş.

Panteon'un tam karşısındaki meydandaki gösterişli Giacomo Della Porta tasarımı olan Fontana del Pantheon, heykeltraş Leonardo Sormani tarafından 1575’te tamamlanmış. Çeşmelerdeki heykel başlarından birisini kareledim.

Villa Borghese içerisindeki parkta köpüklerden balon yapan adam...

Havaya yükselen balonlar...

Karşıda San Pietro, balonların arasından görüntü...

Piazza Del Popolo Meydanı'nda telefon molası vermiş bir kadın...

Bioparco di Roma'da zürafalar...

Bioparco di Roma...

Bioparco di Roma içerisinde şöyle bölümler de var. Fildişi tüccarlarından kurtarılanlar yakılırken...

Yine Bioparco di Roma'dayız. Lemurlar öğle yemeğinde... O kuyruk güzel bir ayrıntı oldu.

Bioparco di Roma... Kardeş, kardeşin bitini ayıklarken...

Bioparco di Roma'da "özgür" kertenkele...

Marcellus Tiyatrosu... Bizim gezdiğimiz akşamüstü tiyatroda konser vardı.

Gece ışıklandırılan Tiber üzerindeki köprülerden birisi... Arkada da San Pietro...

Museo Nazionale del Palazzo di Venezia içerisindeki heykellerden birisinin elini çektim... Heykelin baş kısmı da aşağıda...

Museo Nazionale del Palazzo di Venezia...

Museo Nazionale del Palazzo di Venezia'nın bahçe tavanından sarkan lamba...

Marcellus Tiyatrosu... Antik Roma eserinin üzerine Hıristiyan Ortaçağ'ı resmen eklenmiş...

L'Icona di Santa Maria in Portico'nun içerisindeki Meryem ve Bebek İsa heykeli...

Chiesa Del Gesû Kilisesi içerisindeki heykellerden...

Chiesa Del Gesû Kilisesi'ndeki tavan süslemelerini daha iyi görebilmemiz için yerleştirilen "büyüteçli" ayna...

Chiesa Del Gesû Kilisesi...

Chiesa Del Gesû Kilisesi içerisindeki "çarmıha gerilmiş" İsa heykeli...


 *** Prag - Opole - Krakow (6 - 14 Nisan 2019) ***
Bu yaşıma kadar gördüğüm en büyük oyuncakçıda çektim bu kareyi... Dört katlı ve her katı devasa büyüklükte bir oyuncakçıydı. Karede HULK Dayı yine kızmış birine... (Prag)

Tipik AVM tarzı sinemalardan birinde... (Prag)

Sanatın içine tüküren, heykelleri kaldıran yok, hatta durup bakan bile yoktu... Ortadoğu sadece bir coğrafyanın adı değil tabi, ayrıca bir zihniyet biçiminin dile gelen hâli... (Prag)

Arkada Ulusal Müze, hemen önünde Aziz Vaclav Heykeli ve boylu boyunca uzanan Vaclavske Namesti Bulvarı... (Prag)

Şehrin surlarla çevrili olduğu dönemlerden kalma kulelerden birisi... (Prag)

Ulusal Müze / Narodni Muzeum... Kiraladığımız evin penceresinden gece çektim bu kareyi... (Prag)

Bu da, yine kiraladığımız evin penceresinden, akşam olurken çektiğim görüntü... (Prag)

Prag'daki Legerova sokağındaki 1607/63 no'lu binadaki duvar rölyefleri... (Prag)
Jan Palach: 20-21 Ağustos 1968 tarihlerinde Prag Baharı reformlarını durdurmak için Varşova Paktı Çekoslavakya’yı işgal eder. Bu müdaheleyi protesto etmek üzere Prag Üniversitesi Felsefe öğrencisi Jan Palach 16 Ocak 1969’da kendini Venceslas Heykeli’nin önünde ateşe vermiş. Kaldırıldığı klinikte 19 Ocak tarihinde hayata veda etmiş.
Josef Toufar: Bir din adamı olan Josef Toufar ise komünist rejim tarafından cezaevinde yapılan işkenceler sonunda 25 Şubat 1950'de ölmüş. Günümüzde Çek Cumhuriyeti'nde pek çok yere bu iki insanın isimleri verilmiş.

Birileri gelip yazıp mesaj vermiş, diğerleri de kendince düzeltmiş... İyi haltsınız... (Prag)

Barok şaheseri Faust'un Evi... (Prag)

Aziz Ignatus Kilisesi'nin içinden... (Prag)

Aziz Ignatus Kilisesi'nden bir kareleme... (Prag)

Vltava Nehri ve karşıda bir UNESCO Kültür mirası olarak Dünya'nın en büyük antik kalesi: Prag Kalesi...

Vltava Nehri üzerinde dinlenen martılar... İyi bir netlemeyle, çok daha iyi bir verim alabilirdim bu kareden... (Prag)

Vltava Nehri bentleri... (Prag)

Karl Köprüsü (Charles Köprüsü)... Prag'ın sembollerinden olan yapı 1357 yılında inşa edilmiş ve bugün turistlerin en çok ziyaret ettiği birkaç yerden birisi...

Karl Köprüsü üzerindeki aziz heykelleri... (Prag)

Karl Köprüsü'nün hemen altında bulunan bir başka heykel...

Karl Köprüsü'nün kule girişi tarafında bizi karşılayan bir başka heykel... (Prag)

Bir oyuncakçı dükkânında Çekya'nın meşhur el yapımı kuklaları... (Prag)

Karl Köprüsü üzerindeki heykelleriden bir diğeri...

Aziz Yakub Kilisesi tavan freskleri... Hiçbiri Roma'dakilerle asla yarışamasa da Prag'da gördüğüm en güzel kiliseydi, görülmesini tavsiye ederim.

Aziz Yakub Kilisesi'nin içi... (Prag)

Aziz Yakub Kilisesi girişinin hemen sağ tarafında tavanda asılı duran mumyalanmış kol, yüksek altardaki Madonna'nın mücevherlerini çalmaya kalkan bir hırsıza aitmiş ve 400 yıldır orada asılı duruyormuş... Meryem mücehverleri çalan hırsızın koluna öyle bir yapışmış ki, kolu kesmek zorunda kalmışlar. Yerseniz tabi... :) (Prag)

Prag şehir rehberleri ve turist broşürleri...

Avrupa'nın olmazsa olmazları, sokak sanatçıları... (Prag)

Yahudi Mahallesi'ndeki Eski-Yeni Sinegog'un (Staronova Synagoga) çatı kiremitleri... (Prag)

Yahudi Mahallesi'ndeki ilginç bir minibüs...

Pinkas Sinagog'u pencereleri... İki pencere arasına atılmış bir Roma Sütunu... Pencereler tellerle cephelenmiş, yüzyılların getirisi ve deneyimi kadim bir korkunun sıcak izleri... (Prag)

Yahudi Mahallesi'nde oturduğumuz Kafka Snob Food'un duvar süsleri... (Prag)
LİNK: https://www.tripadvisor.com.tr/Restaurant_Review-g274707-d3807080-Reviews-Kafka_Snob_Food-Prague_Bohemia.html

Kafka Snob Food Cafe'nin iç mekânı... Renkler, ışık ve zemin karolarının uyumuna bakar mısınız?... (Prag)

Faytona koşulan emektâr atlar... (Prag)

Belediye Binası tavan rölyefleri... (Prag)

Yine tarihi Belediye Binası içerisindeki heykeller... (Prag)

Gotik, Rönesans ve Barok unsurlarıyla görülmeye değer olan Tyn Kilisesi... (Prag)

Güneşin batışına bakış... (Prag)

El yapımı muhteşem oyuncaklar... (Prag)

Prag caddelerinden bir kare...

Prag'ın ünlü neo-gotik çatı heykelleri...

Bina üzerinde bir saat... Tam doğru saati gösteriyordu... (Prag)

Bu modern eseri bir fotoğraf karesiyle anlatmaya imkân yok. Canlı olarak görmek ya da videodan izlemek lazım... Bu eserin her parçası yatay olarak ama farklı hızlarda hareket ediyor ve yaklaşık 3,5-4 dakikada bir eseri tam anlamıyla tamamlıyor. İzlemesi çok keyifliydi, video da çektim, fakat buraya eklemedim.

Prag Kalesi'nden bir kare...

Prag Kalesi bahçesi ortasındaki büyük havuz ve çeşmeleri...

Bir başka açıdan yine aynı havuz ve çeşmeleri...

Prag Kalesi içerisinde yer alan ünlü Aziz Vitus Katedrali, Prag'da saray kilisesi olarak inşa edilmiş ünlü katedralmiş.

Aziz Vitus Katedrali içerisindeki Meryem heykeli... Işıkların ahengi, vitraylı camdan yansımalarının bir sonucu...


Aziz Vitus Katedrali...

Aziz Vitus Katedrali iç mekânı...

Bir de yatay alalım...

Aziz Vitus Katedrali'nin çatısındaki Gargoy'lardan birisi...

Prag Kalesi giriş kapısındaki heykellerden birisi...

Prag Ulusal Galerisi kapısı - National Galeria... Dışarısı iğne atsan yere düşmez şekildeyken kıymetli eserleri de barındıran Galeri'de parmakla sayılacak kadar az insanın olması gerçekten ilginçti.

Prag Ulusal Galeris'nin kıymetli eserlerinden birisi: Rembrandt Harmenszoon Van Rijn'in "Scholar in His Study" isimli çalışması....

Roelandt Savery'in "The Garden of Eden" isimli şaheseri... Ressamı tanımıyordum ama bu tabloya dakikalarca bakıp kaldım.

Ulusal Galeri'nin en kıymetlilerinden: Peter Paul Rubens'in "Martyrdom of St. Thomas" isimli meşhur eseri... Buradan belli olmuyor ama devasa boyutlarda ve Rubens'in en esaslı eserlerinden birisi... Bu büyüklükten dolayı fon ışıklarından yanısyan parlaklığı yok edip, doğru dürüst kareleyemedim zaten :(

Yine Peter Paul Rubens'in "St. Augustine" isimli eseri... Galeri'de burada yer veremediğim pek çok Rubens eseri de mevcut...

Domenikos Theotokopulos'un "El Greco"su... Galeri'de kesinlikle görülmesi gereken eserlerden...

Antonio di Giovanni D'Enrico'nun "Saint Francis of Assini" isimli eseri... Bu tabloda duyguların verilişi beni çok etkiledi. Dakikalarca izledim.

Pieter II. Brueghel'in "The Parable of The Blind" isimli tablosu... Bu canlandırmayı yine Brueghel'in farklı resimlerinde de gördüm.

Jan Swart van Groningen'in "The Triumph of Death" isimli eseri...

Galeri'nin görülmesi gerekenleri listesinin tepesinden bir resim: Angolo Bronzino'nun "Eleonora of Toledo" isimli şaheseri...

Lucas Cranash Starsi'nin "Adam and Eve" adlı eseri... Adem ve Havva'nın resmedilmesi hep ilgimi çekmiştir.

Prag Ulusal Galeri'sinin "Alman Eserleri" bölümünden bir kareleme...

Galeri'nin ortasındaki bahçede şöyle bir aslan heykeli mevcut...

Prag Kalesi'nden "Old Town"a bakış...

Erkek arkadaşa verilen bu ilginç pozdan bir kareleme de ben aldım. :)

Prag Kalesi'nden aşağıya doğru inerken vaktiyle kalenin çevresinde yer alan "Eski Mahalleler"i geçiyorsunuz. İşte o mahallelerden birinde avlulu bir evden bir kare yakaladım. İsa'nın ayak ucundaki boş alkol şişelerine dikkat!!!...

"Heykel hayatın içerisinde insana en yakın sanat dalıdır"ın karelemesi...

Köpeğinizle gezintiye mi çıktınız? Onun büyük tuvaleti mi geldi? Parkların yakınındaki şu kâğıt torbalardan alıyorsunuz, malumatı içerisine koyup çöpe atıyorsunuz. İşte hizmet buuu!!!

Vltava nehri bentleri ve köprüler...

Karl Köprüsü üzerindeki aziz heykelerinden birisi daha...

Vltava Nehri üzerinde tur tekneleri...

Karl Köprüsü üzerindeki heykellerden Prag Kalesi'ne bakış...

Karl Köprüsü... (Prag)

Karl Köprüsü...

Opole (Polonya) Müzik Aletleri Müzesi...

Bir duvar üzerindeki yıldızlı delikten ışıkla aydınlatılmış içeriye bakınca, karşınıza şöyle bir Stalin fotoğrafı çıkıyor... (Opole Müzik Aletleri Müzesi)

Opole Müzik Festivali afişleri... Yine aynı müzeden bir kare...

Opole sokaklarında gezerken rastladığım bir evin duvarı...

Bizim gittiğimiz tarihlerde Prag'da da Krakow'da da Paskalya Pazarları kurulmuştu. Pazarlar şu sosislerle doluydu.

Krakow'da faytoncu kadınlar... Yağmur, soğuk, kar, sıcak demeden günde 12 saat çalışıyorlarmış... (Krakow)

Auschwitz'e gitmek için bir turdan bilet alırken, rastladım buna... Aynı tur şirketi hafif ve ağır silahların kullanılabileceği bir "atış talimi" paketi de satıyormuş. (Krakow)


Krakow Meydanı'ndaki kapalı çarşı, göz alabildiğince hediyelik eşyacı dolu...

Kapalı çarşının içerisi... (Krakow)

Auschwitz-Birkenau Alman Nazi Toplama ve İmha Kampı (1940 - 1945)... Yıllar var ki, gazete, dergi, poster vb.'de gördüğüm, film, belgesel, dizi vb.'de izlediğim kapının önüne birazdan geleceğim. Heyecanımı ve üzüntümü anlatmama imkân yoktu. Az sonra medeniyetin ve şiirin bittiği, insanlığın utancı olan bir kapından içeri gireceğim... (Krakow)

"Çalışmak özgürleştirir" yazan utanç kapısı...

Yahudiler'in kampa girişi... Neredeyse tamamının mezarı oldu burası...

Auschwitz-Birkenau Alman Nazi Toplama ve İmha Kampı yerleşim binaları... Burası 1. YERLEŞKE... İkincisi de birkaç km ötede...


O meşhur utanç kapısı, hep ön girişi görmüştük, arkadan da şöyle görünüyor...

Yahudi esirler ile Naziler'in kaldığı binalar... Bunlardan bazıları asker yatakhanesi, bazıları revir, bazıları yemekhane vb. ihtiyaçlar çerçevesinde kullanılıyormuş...

Kampa getirilen Yahudiler'in kayıt tutanakları... Sadece kayıt formları olsa yine iyi, faşizm dişten takma bacağa, gözlükten saate, yüzükten kolyeye, traş fırçasından çantaya ve daha neleri neleri kayıt altına almış aklınız almaz. Bunların tek tek ve orijinal belgeleri de müzede mevcuttu... (Krakow)

Geçmiş ve bugün... (Auschwitz-Birkenau Alman Nazi Toplama ve İmha Kampı - Krakow)

Yahudi esirlerin gözlükleri ve sadece bir kısmı... Bu bölümler cam bölme ile ayrıldığı için, böyle geniş bir çekimde parlaklığı aşmam mümkün olmadı.

Kuvvetle muhtemel pek çok kere de gözyaşlarının içine düştüğü yemek kapları... Anılar, anılar, acılar...

Ayakkabılar... En iç acıtıcı olan da çocuk ayakkabılarıydı... :((

Yahudilerin valizlerinden toplanan saç, traş ve elbise fırçaları...

Kampta öldürülen Yahudiler'in bazılarının fotoğrafları da duvarlara asılmış. Zira kampa getirilen her Yahudi, hiç de atlanmadan (faşizmin itinası), fotoğraflanmış ve kaydı tutulmuş. Fakat duvarlarda asılan fotoğraflardaki tüm Yahudiler'in alt bilgilerine "died - 12.04.1942" şeklinde notlar düşülmüştü. Yani bu kişiler, bu ibareye göre, doğal yollardan kendileri mi ölmüşlerdi? Öldürülmemişler miydi? Bunu bizi gezdiren rehbere sordum, adam şaşırdı ve kısa bir durgunluktan sonra "her bir Yahudi'nin öldürülme şekillerinin bilgisine (yani asılma mı? Hastalık mı? Gaz odası mı? Vurulma mı? vb.) tam ve net olarak ulaşılamadığı için genel olarak tümüne "died - öldü" yazıldığını söyledi. Ben iknâ olmadım ama üstelemedim de...Yine de en azından bilinenlere, "öldürülme şekli yazılmalıydı" diye düşünüyorum.

Yahudiler'in yattığı koğuşlar... Çoluk çocuk saman üzerinde geçen kış günlerini düşünmek bile insanın yüreğini dağlıyor.

Öldürülen Yahudiler'in imhâdan kurtarılan fotoğrafları...

Onca fotoğraf içerisinde beni en çok üzen bu kare oldu. Hemen hemen aynı şekillerde öldürülmüş insanların yüzlerce fotoğrafı arasından nasıl olduysa gözüm bu iki kareyi seçti. Önce kısa süreli bir şaşkınlık yaşadım, bir yanlışlık yapılmış sandım. İki saniye sonra anladım, yüreğim cız etti, bunlar ikiz kardeşlerdi ve iki ay arayla öldürülmüşlerdi. (Evet, hastalıktan, açlıktan vb. ile ölseler bile orada bu insanları tutmak da bir "öldürme" şekli...) Oof ki ne off!!!... Krakow'dan döndük, ara ara aklıma geliyor yine... Sanırım hiç gözümün önünden gitmeyecek bu kare...

Auschwitz'in meşhur uyarı levhaları...


Yahudi esirlerin kurşuna dizildiği duvar...Kampta fazlasıyla İsrailli turist kafilesi vardı, buldukları her köşede dua edip anma töreni düzenliyorlardı. Buraya da çiçek bırakmışlar...

Kamp yerleşkesindeki binalardan bir başka kareleme...

Yahudiler'in asıldığı darağaçları... Duvardaki tabelada fotoğraflar ve bilgiler de var...

Bir toplama kampının ruhuna uygun olarak her yer tel örgülerle kaplı... Adım başı tel örgüler ve arada kontrollü geçiş kapıları... Toplama kampı iyi güzel de isyan ve örgütlenmeden korkunun da bir göstergesi bu tel örgüler... Naziler tabi ki, esirlerin sadece kaçmasından değil, örgütlenip isyan başlatmasından da çekiniyorlardı.

Tel örgülerle çevrili binalar ve gözetleme kuleleri...

Birisi aşılsa bile ikinciye tırmanasıya kadar nöbetçi silahına davranır...

Şöyle de bir açı buldum...

Auschwitz-Birkenau Kampı'nın ölüm odası... Bu kapıdan giren binlerce Yahudi'den hiçbiri canlı çıkamamış. Kendine "insanım" diyenin üzülmemesi mümkün değil, nasıl bir acıdır ve bugün bile devam eden nasıl bir belayla mücadele etmek zorundayız düşünmek, mücadele etmek gerek...


Gaz odalarına buhar sağlayan ocaklar...Buraya kömür atan "karıncayı bile incitemeyen ana kuzusu" Nazi Askerleri de vardı biliniz! Faşizm insanı canavara dönüştüren bir ideolojidir bunu da biliniz!

Auschwitz-Birkenau'nın tarihi tabelalarından birisi..


Eski kilitler hep ilgimi çekmiştir. Bu da onlardan bir başkası...

Auschwitz-Birkenau'ya dair en çok bilinen ve paylaşılan fotoğraf karelemesi... Burası 2. YERLEŞKE... Trenlerin esir taşıdığı ve yüz binlercesinin son kez şu kapıdan girdiği ölüm tarlası... (Krakow)


Bir de şöyle alalım...
Yahudi tutsakların koğuşları... Her yan tel örgü, hendek dolu... Sıra halinde: Hendek, tel örgü, hendek, tel örgü...

Burası fotoğraftan da anlaşılacağı üzere çok geniş bir alan...

İnsan özgürlüğünün yüzyıllardır engeli olan tel örgüler...

Şu tel örgüler önünde ne dramlar yaşandı kim bilir... Her yan acı ve anıyla dolu...

Kamp girişi arkada, flu bir kare...

Yahudi grup başlarında Hahamları, kaybettiklerinin anısına dua ediyorlar.

Bu utanç "bir daha yaşanması" diye kampa bir de anıt dikilmiş ve farklı dillerde (sanırım 20 dildi) bu insanlık ayıbı kınanmış. Türkçe yoktu...

Auschwitz-Birkenau'ya gelen tren katarlarının son noktası...


Yahudi ziyaretçiler tarafından kampa bırakılan hatıra taşlar... Bir taş bırakma geleneği... Anımsamak gerekirse, Schindler'in Listesi filminin son sahnesinde de soykırımdan kurtarılıp hayatta kalanlar Oscar Schindler'in mezarına taş bırakıyorlardı.

Krakow'un merkezindeki Azize Meryem Bazilika'sındaki İsa heykeli... Etkileyici...

Nasıl da gerçekçi... Öyle de olması gerekmiyor mu zaten?...

Azize Meryem Bazilika'sındaki "dua/dilek mumları"...

Azize Meryem Bazilika'sının karşısındaki faytoncu kadınlardan birisi...

Azize Meryem Bazilika'sı kentin en işlek yerinde ve bu sebeple sokak sanatçıları da aşağıda olduğu gibi protestocular da hep burada görünür oluyorlar... (Krakow)

Kürtajı protesto eden bir grup... Fotoğrafları da öyle seçmişler ki, iknâ etmesi kuvvetle muhtemel...

Krakow'a gidilir de Leonardo Da Vinci'nin "The Lady with Ermine - Gelincikli/Kakımlı Kadın" tablosu görülmeden dönülür mü? Da Vinci'nin 5 kadın portresinden birisiymiş bu tablo ve bugün Krakow Ulusal Müzesi'nde sergileniyor. Yukarıdaki fotoğrafta görülen tablo orijinal değil, orijinalinin olduğu salonda hiçbir biçimde fotoğraf çekilmesine izin verilmiyordu. Tablonun etrafında görevliler var ve değil fotoğraf çekmek, biraz yaklaşmanıza bile müsamaha göstermiyorlar. Sadece bu tabloyu görmek için gittik müzeye... Olağanüstü bir andı... Bilgi için: https://www.wannart.com/buyuleyici-bir-eser-kakimli-kadin/

Krakow Ulusal Müzesi'nin arkasındaki dev poster... "Leonardo is here"...

Oscar Schindler'in Fabrikası'na doğru yol alırken rastladığım bir bilboard... (Krakow)

Aynı yol üzerinde karşımıza çıkan ilginç bir Grafti... (Krakow)

Oscar Schindler' Fabrikası... Krakow'da mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi... Hani "muhteşem" desem az bile kalabilir. Öylesine güzel, etkileyici ve zengin bir müze... (Krakow)

Müze duvarlarında zamanın fotoğraflarının büyütülmüş (hatta renklendirilmiş) halleri var. bu karede Krakow'daki bir törende Nazi/SS Subayları yemin ediyor.

Nazi işgalini duyuran günlük gazetenin kopya versiyonu...

Bir Nazi makineli yuvası... Savaş esnasında Naziler bu yapılara çok güvenir ve rakiplerine karşı üstünlük sayarlarmış. Sonuç malum...

Şu fani dünyada Nazi Bayrağı altından geçmek de varmış :) Müze, IKEA mantığına göre düzenlendiği için geri de dönülemiyordu. Gerçeğinden sakınalım artık... (Krakow)

Bir SS Subayı'nın şapkası...
Şu kare yüreğime oturdu, bilhassa çocuklara kıyamıyor, dayanamıyorum ve bugün Dünya'nın pek çok yerinde benzer sahneler yaşanıyor. Bizim dahi şöyle bir ana yuvarlanmayacağımızın garantisi yok, düşüncesi bile korkunç!

Oscar Schindler'in çalışma ofisi... Müzedeki tek orijinal bölüm buymuş, diğerleri hep orijinaline yakın tasarlanmış kurgular...

Müzede üst üste bindirilen üç boyutlu fotoğraflar muazzam...

Taşlar arasına yerleştirilmiş pek çok nesne vardı...

"Bir kırık gözlük"...

Müzede yer alan Nazilerin berber salonu...

Müze karşısına asılan posterler...

Krakow caddeleri...
Dönüş uçağımız yine Prag'tan olduğu için son gün tekrar bu şehre döndük. Pazar günü sabahın yedisinde bir biz, bir de kimsenin olmamasından yararlanan genç çiftler vardı.

Paskalya yumurtası... (Prag)

**************************************************************************

Cep telefonuyla çektiğim kare... Kıyamet filmlerindeki gibi ufuk kızıla bürünmüş... (Dersim)

  *** Amsterdam (6 - 13 Ağustos 2018) ***

Amsterdam Müzesi içerisinde çektim bu kareyi... Laf aramızda bu kartal, "Nazi Kartalı"nı feci biçimde anımsatıyordu.

Amsterdam Müzesi, bir klasik sanatlar müzesi değil. Modern çalışmalar da tarihî anısı olan nesneler de var. İşte onlardan birisi... Johan Cruyff'un kardeşiyle Amsterdam sokaklarında oynadığı futbol topu...

Amsterdam Müzesi... Yüzler...

Aslen rahibe manastırı oaln müzenin yemek salonu... İçeride pek çok tablo ve rahibelerin secerelerinin yazılı olduğu duvar kayıtları var.

2001 yılında Dünya'da ilk kez resmî olarak LGBT-i bireylere evlilik izni veren ülke olan Hollanda... İşte Amsterdam Müzesi'nde de o evliliğin hatıraları sergileniyor. Evlenen çift, yüzüklerini ve evlilik cüzdanlarını sergilenmesi amacıyla müzeye bağışlamışlar.

Oude Kerk Kilisesi'nin Çan kulesi... Amsterdam'daki tüm kiliselerin çan kuleleri aynı mimariyle yapılmış...

Amsterdam Madame Tussauds (Balmumu) Müzesi... Kimler kimler vardı ne anlatılır ne de paylaşılabilir, sadece görmek lazım... Burada ise meşhur Kuzuların Sessizliği (1991) filminde Anthony Hopkins (Hannibal Lecter) hücresinde...


Madame Tussauds Müzesi... Prenses Diana... Gerçekliklerine insanın inanası gelmiyor... Nasıl bu kadar gerçek ve canlı yapmışlar akıl alır gibi değil. Muhteşem!!!...

Madame Tussauds Müzesi'nde ünlülerin el izleri...


Madame Tussauds Müzesi.. Salvador Dali... 


Madame Tussauds Müzesi... Marvel karakteri IRON MAN... Büyük bir Marvel karakterleri bölümü olduğunu da söylemek lazım...


Meşhur DAM Meydanı...

Köşeye iliştirilmiş bir karakter... Kim olduğunu internette aradım ama bulamadım.

Dam Meydanı diğer taraftaki heykeller... Bu heykeller, Dam Meydanı'nın tam ortasında beyaz travertenden yapılmış. 22 metrelik boyu ile dikilitaşı anımsatıyor. Bu ulusal anıt 2. Dünya Savaşı'nda acı çekenlerin anısına yapılmış ve 1956 yılında meydana dikilmiş.

Marken-Volendam Turu'nda uğradığımız Zaandam'daki yeldeğirmenleri... Hollanda'nın simgesi netekim :)

Zaandam'da bir rüzgâr gülü...

Zaandam... Klasik Hollanda havası...

Zaandam... Değirmenlere bir de bu açıdan bakalım...

Zaandam evlerinin birisinin tepesine tünemiş saksağan...

Zaandam... Fotoğraflık yer vesselâm... Kafiyeli oldu :))

Zaandam'da bir evsahibi, dolup dolup boşalan ziyaretçilerden rahatsız olmuş ki (feci haklı), farklı dillerde bahçenin "özel olduğunu" ve girilmemesi gerektiğini belirtmiş. Herkes her gördüğü yere dalıp fotoğraf çekiyordu, orada yaşayan insanlar ne yapsın???...

Zaandam kuğusu...

Yine Zaandam... Bir çiftlikteki hayvanlar...

Zaandam'da çatıya tünemiş bir kuş...

Volendam'daki "Ayakkabı Fabrikası"nın önündeki sembol...

Volendam'daki ayakkabı imalathanesi... Usta, espriler eşliğinde, bir tahta ayakkabının nasıl yapıldığı anlatılıyor. Tahta oyarken aynı anda, aynı esprileri kaç bin kez yapmıştır bilemiyorum.

Volendam...
Volendam'da bir evin köşesindeki leylek figürü... Bu anlatıya inanan çocuk kalmamıştır zaten...

Volendam evleri... Sahibinden satılık aradık :))

Volendam... Buradan pek belli olmuyor ama nasıl şirin bir evdi, anlatamam...

Volendam'dan Marken'e geçerken bindiğimiz vapura eşlik eden karakatak sürüsü...

Artık Marken'deyiz... Yıllar var ki, ilk defa bir sığırcık gördüm; o da Hollanda'ya rastladı. Bu mazlum göçmen kuş benim çocukluğumda İzmir semalarını doldururdu da gökyüzü neredeyse görünmezdi. Vura vura, avlaya avlaya tükettiler, gelmiyorlar artık...

Amsterdam kanalları ve kanal gezi tekneleri...

Bu Avrupalılar'ın dükkân vitrini düzenlemeleri ile süslemelerine hayran olmamak ne mümkün???...

Red Light District / De Wallen... Abartılacak ne var anlamadık!!!...


Red Light District / De Wallen... Karşıda meşhur Oude Kerk / Oude Kilisesi... Bunun Dünya'da bir eşi benzeri var mıdır, bilemiyorum. "Özgürlüklerin de sınırı var" kafalarının anlayabileceği türden bir durum değil.

Gece Amsterdam kanalları...

Gündüz Amsterdam Kanalları...

Amsterdam Vondelpark girişindeki kadın heykeli...

Vondelpark girişindeki uyarı levhası...

Vondelpark içerisinde bir köprü var ve üstünden araçlar altından yayalar geçiyor. İşte o köprünün altında şöyle bir duvar gravürü var. Sprey boyayla renklendirmişler ve ilginç olmuş.

Vondelpark müdavimlerinden birisi... Bizde olsa, kuvvetle muhtemel eve bile götürülmez, hemen kıyıda mangal üstüne yatırılırdı. Kamil Amca mangalı yellerken, Selami Abi de salatayı hazırlardı.

Vondelpark müdavimlerinden birisi daha... İnsanlardan zarar gelmeyeceğine öyle inanmışlar ki elimizden yedirdik.

Vondelpark içerisinde, parka adını veren Hollandalı ünlü şair Joost Van der Vondel’in heykeli...

Şair Joost Van der Vondel... Martı sıvamaya gelmiş :)

Amsterdam caddeleri...

Amsterdam'ın klasik sanat adına en donanımlı müzesi: Rijksmuseum... Mutlaka gezilmeli...

Rijksmuseum'un giriş bölümü ve lobisi...


Müzede çok sayıda tahta oymalı eser mevcut...

Hani şöyle söyleyeyim, bu kadar tahta oymalı eserin bulunduğu bir müzeyi daha önce hiç gezmemiştim.

Mermer çocuk heykeli...

Bronz hamile kadın heykeli...

Cosimo Roselli'nin "The Adoration of the Christ Child" (1500) isimli tablosu...

Jacob Cornelisz'in "Salome with the Head of John the Baptist" (1607) isimli tablosu...

Yine tahtadan oyma bir heykel...

Jan Willem Pieneman'ın meşhur "The Battle of Waterloo" adlı tablosu... Bu muhteşem eserin önünde insan saatlerini geçirse yeğdir. Karede göründüğünden çok çok daha büyük olduğunu da belirtmeliyim. Link için: https://en.wikipedia.org/wiki/Jan_Willem_Pieneman

Müzedeki güzel eserlerden birisi daha... Üzerinde melekler ve azizelerin olduğu tahta bir dolap...

Müzede Van Gogh'un "oto portresi" de var ama yanılmayın bu sadece bir kopya... Orijinali Van Gogh Müzesi'nde...

Nicolaas Pieneman'ın "The Arrest of Diepo Negoro by Lieutenant-General Baron de Kork" (1830) adlı eseri...

Rijk Müzesi'nde yine sayısız tahta oymalı minyatür çalışması da mevcut.

Bronz heykel...

Hollandalılar'ın denizcilikle işledikleri tarihlerinden bir hatıra... Bir geminin "kıç tarafından" geriye kalan oyma işçilik şaheseri...

Denizcilik geçmişinin göstergesi... Hollanda kadırgası... Tabi bi Uçan Hollandalı değil :)

François Lespingalo'nun bronzdan işleyip "Hercules Freeing Prometheus" (1670) adını verdiği heykel...

Rijksmuseum'uncam vitrayları...


Ve geldik Rijksmuseum'un belki de en meşhur eserine... Rembrandt Harmenszoon van Rijn'in The Night Watch (Gece Bekçileri), 1642 tablosu... Doğal olarak müzede en fazla kalabalık, bu tablonun önünde birikmişti. Bu eser son yüz yıl içerisinde üç kez saldırıya uğramış. Eserle ilgili şurada ufak bir bilgi var: http://www.leblebitozu.com/bilinmesi-gereken-20-yabanci-ressam-ve-tablolari/


Benim duymadığım ama Amsterdam'a gitmeden gezi kitabını okurken rastladığım bir ressam: Bartholomeus van der Helst (1613 - 1670)... Rembrandt kadar olmasa da o da burada meşhurmuş. İşte bu da onun "Military Company of district VIII and captain Roelof Bicker" (1643) adlı muhteşem eseri...

Cornelis Van Haarlem'in "The Fall of Man" (1592) isimli tablosu...

Yine Cornelis Van Haarlem'in "The Massacre of the Innocents" (1590) adlı eseri...

Gerrit (/Gerard) van Honthorst'un "Satyr and Nymph" (1623) adlı eseri...

Heykelin sahibi sanatçıyı not almamışım...

Rijksmuseum'ın kütüphanesi... İnanılmaz güzeldi... Burada kitapların o huzur verici ortamını derinden soluyorsunuz. Görünen mevcut kitapların yarısı bile değil. Bunca kitap iyi güzel de bir insanın ömrü tümünü okumaya nasıl yetsin?


Rijksmuseum'un parka bakan diğer giriş kapısı...


Turistlerin gözde fotoğraf mekânı... I Amsterdam yazısı...

Joseph Klibanksky'nin "Self-Portrait of A dreamer" adlı eseri... Gerçekten göründüğünden daha güzel...

Bir de şu açıdan çektim...

Yeşilin her tonunun yer aldığı Amsterdam kanalları ve sokakları...

Renkli kanal görüntüleri...

Akşam yemeği için gittiğimiz bir restorantın duvar dekorasyonu...

Otelimizin hemen yanındaki Rembrandt Parkı ve heykelleri...

Sokak lambasının ihtişamına bakar mısınız?...

Amsterdam'ın göbeğinde yer alan Watelooplein Bit Pazarı... Küçük ama güzeldi; tek sıkıntı tüm ürünler Amsterdam'daki her şey gibi çok pahalıydı. Çok az şey alabildim. Karede görülen ise Moses and Aaron Katolik Kilisesi...

Amsterdam Kraliyet Sarayı'nın (Koninklijk Paleis) meşhur kulesi...

Amsterdam Kraliyet Sarayı'nın (Koninklijk Paleis) tepesindeki sağlık ve barış temalı heykel...


Şehrin kalbi Dam Meydanı... Bir grup, heyecanlı söylevlerle bir protesto gösterisi düzenliyor. Epeyce de bir insan etrafta toplanmış. Çevrede ise tek bir polis dahi yok. Ortadoğulular'dan öğrenecekleri ne de çok şey var. :)

Klasik Amsterdam sokakları...

Klasik Amsterdam evleri...

Binalar binalar...
Van Gogh Müzesi'nin yanındaki park... Dinlenmek ve çocukların doyasıya koşturması için birebir...

Moco Museum'ın girişindeki slogan... Aslen neyin kalıcı olduğunu/olacağını söylüyor. Tabi anlayana...

Van Gogh Müzesi'ndeki hediyelik eşya satış yerleri...

Avrupa'da sokak ve meydanlarda olmazsa olmaz sanat gösterilerden sadece birisi... Kendilerini tanımıyorum ama çok uyumlu ve iyi bir müzik grubu olduklarını söylemek isterim. Keyif vericiydi.

Pırlanta ve Elmas Müzesi girişindeki tavşan..

Menonit Kilisesi'nin cephesi... Roma'dan sonra bu kiliseler çok çok sönük kaldı.

Menonit Kilisesi'nde bir ayine denk geldik. Döndükten sonra ise bizim basında, "Hollandalılar'ın kiliseye gitmedikleri ve artık daha az inanan kaldığına dair" Hollanda kaynaklı bir haber yer aldı. Buna ben de şahit oldum. Kilise'de genelde Afrikalı göçmenler ve Uzakdoğulular ibadet ediyordu. Belli ki serbestlikler cenneti Amsterdam gibi bir yerde uhervî "Cennet" fikri, pek itibar görmüyor.

Menonit Kilisesi'ndeki Çarmıhtan indirilen İsa figürü...

Menonit Kilisesi... Bebek isa ve Meryem...
Menonit Kilisesi... İsa "önce kalbinizi temizleyin" diyor...

Kanallar, köprüler ve bisikletler şehri...

Tabi bir de köprüler var... Amsterdam'da 1400 civarı köprü varmış.

Köprüler hep ilgimi çekmiştir. Her gittiğim yerde de mutlaka karelerim...

Kanallar... Su, bir gr kokmaz mı arkadaş ya hu???... Kokmuyordu...

Tenteli olan yer, meşhur Çiçek Pazarı... Vitrinden değil arkasından bakmak lazım...

Çiçek Pazarı'nın başladığı yerde güzel bir çan kulesi de var. "Munttoren / Mint Tower adıyla anılan kule şehrin en eski tarihi yapılarından biriymiş. Bizim otelimiz de Kule'nin 50 m ilerisindeydi.

Spui Meydanı'na yakın alan Begijnhof adıyla anılan ve mutlaka görülmesi gereken mahalle... Burası önceleri rahibe yetiştiren eski bir manastırmış. Daha sonra dul kadınların kaldığı bir yere dönüşmüş. Günümüzde de genelde dul kadınlar kalıyormuş. Ortasında bir avlu ve çim alan var, etrafı sıralı evler şeklinde. evlerin kapıları avluya bakıyor.


Begijnhof'da yer alan azize heykellerinden birisi...


Begijnhof'daki şapelin çan kulesi...

Begijnhof'un ortasındaki avlu...

Begijnhof' avlusundaki İsa heykeli...


İsa pek bir mazlum görülüyor... Halimize üzülüyor vesselâm...

Begijnhof'daki şapelin içerisi...


Begijnhof'daki şapelin içerisi...

Begijnhof'a emeği geçen azizlerden birisinin büstü...


Begijnhof avlusundaki tulumba... Çok orijinaldi.


Sokak heykellerinden birisi...

Şehrin önemli kiliselerinden Zuider Kerk'ün Çan kulesi...

Anne Frank'ın Evi'nin girişi... Orijinal giriş burası, müze girişi hemen sağ taraftan köşeyi dönünce...

Sokak sanatçıları...

Amsterdam kanallarındaki yüzen evler... İnsanlar buralarda da yaşıyorlar...

Burası her yönüyle çok canlı bir şehir... Bitkiler için bile bu böyle...

Caddeler ve sokaklar günün her saati çok canlı...

Omuzlarında gök kubbeyi taşıyan ATLAS Heykeli, tüm ihtişamıyla orada duruyor. Bunun orijinali Amsterdam Kraliyet Sarayı'nda...

Amsterdam köprülerinden bazıları da açılıp-kapanıyor. İşte onlardan birisi... Soldaki "atmaca" şeklindeki uçurtma da biz oradayken hiç durmadan uçtu. Nereden mi biliyorum? Otelimizin tam karşısı burası da ondan :)

Kaptan-ı Derya... Sanki transatlantik kullanıyor sanırsınız :)

Şu tekneden gelen mutluluk gürültülerine inanamazdınız. Nasıl mutlu ve neşeliydiler anlatamam. İnsan sadece buruk bir biçimde bakıyor ve imreniyor. Avrupalılar gerçekten hayatın tadını çıkarmayı seven insanlar, sadece bizler (/ortadoğlulular) hayatı hem kendimize hem de çevremizdekilere zehir etmekle meşgulüz. Ve bu konuda bizim üzerimizi ülke tanımam.

Başım duman duman... Tüf tüfçü teknesi :))

Otelimizin hemen arkası Rembrandt Meydanı...

Rembrandt'ın meydandaki heykeli...


Rembrandt'ın heykeli etrafındaki askerler...


Bu şehrin bisikletlerle anılması boşuna değil...

Ortada Munttoren / Mint Tower ve güzel bir kanal karelemesi... Soldaki teknelerin karşısında otelimiz vardı.

Aynı noktadan bir de hava karanlıkken çektim... Sanırım ikisi de gayet güzel oldu. Şahsen ben beğendim.

Ördekler tabi ki Hollanda'nın sembollerinden birisi... İnanılır gibi değil ama bir mağaza sadece şu birbirinden farklı binlerce ördek oyuncaklarını satıyordu.

De Waag... Burası şehrin göbeğindeki  güzel bir restorant...

1585-1618 yılları arasında yaşamış şair, oyun yazarı Gerbrand Adriaenszoon Bredero anısına yapılmış heykel...


Amsterdam'da Hollanda bayrağından daha fazla bulunan biricik bayrak... Yer gök bu bayraklarla dolu...

Şehir ve sanat... Bisikletin orada nasıl sallandığı da ayrı merak konusu...

Kanal gezisi sırasında çektim. Bir binanın tepesindeki Kraliyet amblemli melek heykeli...

Nemo Müzesi... Science Center NEMO Amsterdam Hollanda'da bir bilim merkezi.

Kanaldan şehir silüeti...

Kanal gezisi sırasında çektiğim bir çan kulesi...
DİKKAT birazdan dünya değişecek... :)) Ben de bu kareden sonra farkına vardım. Yalnız epeyce sert bir geçiş olacak, uyarayım. :))



 *** Ovacık (10 Mart 2018) ***

Ovacık yollarında seyre dalmak... 

Biz bir aileyiz...

Yaşı benim kadar olanların iyi tanıyacağı gibi, zamanının efsanesidir. Belli ki şimdilerde kaderini bekliyor...


Bilen bilir :)

Munzur Dağları...
 
Gökyüzü çizgisi..
 
Kayak keyfine yolculuk... (Ovacık - Dersim)
 
O nasıl kuyruktur öyle arkadaş!!!...

Gözelerin köpüşleri :)

Snop!!!... Bir dönüp bakmadı bile..
 



*** Bozcaada (24 - 27 Ağustos 2017) ***

Bozcaada'dan bir duvar resmi... Turistlerin en çok fotoğraf çektirdiği duvar da sanırım bu... Benzerlerini farklı sosyal medya ortamlarında görmek mümkün...

Ada'da KAFA Dergisi'nin de bir kafeteryası var. Gayet keyifli bir mekân, özellikle arka bahçesi...

Bozcaada sokakları... Birbirinin aynı gibi...

Bozcaada evlerinin kimi oldukça iyi restore edilmiş, bazısı da dökülüyor. Restorasyon görenlerin pek çoğu bar ve kafeterya olarak hizmet veriyor.

Bozcaada'da beni çocukluğuma götüren ve fazlasıyla heyecanlandıran bir de Yerel Tarih Müzesi var. Mutlaka gezilmesini tavsiye ederim. Müzede 1930'lardan günümüze kullanılan/tüketilen binlerce ürün (bakkalda satılan bisküvi, sakız, çikolata vb.) mevcut. Ayrıca Ada'ya özel eşyalar (orada yaşayanların özel eşyaları, savaş malzemeleri, haritalar, eski fotoğraflar vb.) ve ürünler de (şaraplar, şarap şişeleri/mantarları, çiftlik malzemeleri vb.) ile aklınıza gelen gelmeyen birçok eşya bulunuyor. Müzenin WEB adresi şu: http://bozcaadamuzesi.net/

Yerel Tarih Müzesi'nin dışarıdan görüntüsü de şöyle...

Anı fotoğrafları için popüler mekânlardan birisi daha...

Ruh sakinliği veren yapılar... Betondan yapılan hiçbir apartmana baktığınızda, benzer bir huzuru asla bulamazsınız.

Karmaşanın güzelliği...

Tertemiz sokaklar ve keyif verici sakinlik...

Fridasız bir "dergi kapağı" nasıl düşünülemezse, onsuz bir duvar da düşünülemez gibi...

Ada'da harabe olmuş evlerden birisi...

Yukarıdaki harabenin ayakta kalan son direklerinden birisine sıcaktan kotunmak için tünemiş karga... Genç bir karga olduğunu da ekleyelim.

Estetik ve zanaatkârlık bambaşka şeyler tabi...

Ada'daki Rum Kilisesi... Ufak bir kilise ve şu an kapalı... Yanında güzel bir restoran var. Aşağıda da o restoranın bahçesi ile deniz manzarası...

Restorandan denize bakış...

Gemiler geçiyor...

Yine Ada sokakları...

Bozcaada'da liman yanında bir de kale var. Ufak, sade ve gösterişsiz... Kale'nin kim tarafından yapıldığı bilinmiyormuş, ilginç... https://tr.wikipedia.org/wiki/Bozcaada_Kalesi http://www.bozcaadarehberi.com/nm-Bozcaada_Kalesi-cp-34

Bozcaada Kalesi'nden bakış...


Ada ile anakara arasında gidip gelen araba vapurları...

Kale'de dolaşırken şöyle bir kare yakaladım.

Bozcaada Kalesi'nin içerisi... Kale oldukça iyi korunmuş olsa da içerisi çok fakir ve ilgi çekici hiç bir şey yok... Hani şöyle söyleyeyim, ömrümce yüze yakın kale gezmişimdir, bu Kale "fakirlikte" ilk 5'e rahat girer.

Bozcaada kafeteryaları, tam da bir adaya yakışan sadelikte... Aynı sadelik de zaten bu mekânları, alımlı kılıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder