Konuşmacı, önünde mikrofon,
bağırıyordu:
"Güneş sizlerin üstünden
doğacaktır. Güzel günler yakındır. Sağ olun var olun.”
Ne bir alkış, ne bir “yaşa.”
Sadece put kesilmiş öyle bir kalabalık.
Konuşmacı elini kaldırmış,
sözcüklerin üstüne basa basa bağırıyordu:
“Benim canım kardeşlerim, o
güzel günleri hep birlikte yoğuracak, doğmamış güneşleri doğuracak, pişmemiş
aşımıza soğuk su katanları hep birlikte kurutacağız...”
Çıt yok.
Üç beş alkış olsa, konuşmacı
bunu çoktan dinleyicilerin nutuk sonlarındaki coşku gösterisi niyetine
kabullenip inecekti kürsüden. Ama karşısında sanki yığınlar yok, ölüleri ayakta
duran bir mezarlık vardı. En ufak bir tepki alamıyordu ve son bir umutla sözü
uzatmaya çalışıyor, başarılarını eskiden denediği beylik nutuk cümlelerini art
arda sıralamaya devam ediyordu:
“Yüreği ak, alnı pak, özü
doğru, sözü doğru...”
“Bu topraklar için toprağa
düşen...”
"Bir lokma ekmeği öküzüyle
bölüşen...”
Ne bir kıpırtı, ne bir
mırıltı. Binlerce insana değil, sinir bozucu yankısız bir boşluğa konuşuyordu.
Bir hırs basmaya başladı içini. Hani neredeyse,
“Ulan kanınız mı dondu, hiç
değilse yuh çekin budala herifler!...” diye bağırmak üzereydi.
“Yalınayak, karnı aç, çulsuz
dolaşan...”
Ta ortalardan pısırık bir
ses:
“Allahtan bahset.” dedi.
Önlerden bir ses tekrarladı:
“Allahtan bahset.”
Ve taş kesilmiş, susan o
yığın, bir anda dalgalanıp uğuldamaya başladı:
“Allahtan bahset...”
“Allahtan bahset...”
“Allahtan bahset...”
Konuşmacı:
"Ben imam değilim, Allah'ı
camide konuşuruz, kutsal konuları günlük konulara karıştırmayalım arkadaşlar,”
diye bağırdı.
Sonra bir şeyler söyledi, ama
sözleri duyulmadı. Biri hoparlörün telini koparmıştı.
..."
ÇETİN
ALTAN (Viski’den)
____________________
____________________
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder