“Bireylerin stereotipleştirilmiş sadakatleri, onların belirli
sembol
ve amblemlere karşı olan duygularına ve inançlarına
bile
biçim vermekte; bireyler dışlarındaki toplumsal dünyayı
bunlara
göre görüp algılamakta; olaylarla ilgili kanaat ve
Bununla
birlikte günümüzde politik alanın, çeşitlenen kitle iletişim araçlarının da
etkisiyle, hiç olmadığı kadar sembollerin egemenliği altına girmiş bulunduğu da
bir gerçektir. Keza bu alanda cisimleşmiş tüm politik sembollerin, farklı
çağrışım güçlerine sahip olduğu da kolayca söylenebilir. Dolayısıyla çağrışım
da zihinsel bir süreci ifade ettiğine göre esasen bu, sembolün zihinsel
algılanışıdır ve mutlaka bazı anlamlara karşılık gelir. Dolayısıyla “sembolün
çağrışımı” denilen şey de aslında, kişinin o sembolü sunulu olandan alıp
zihninde inşa etmesi ve ona hangi anlamlar verip hangi söylem dağarcıklarının
içerisinde kullandığıyla ilgilidir. Bu salınım, verili olandan kişisel inşaya
kadar uzanan bir dizi süreci de bağrında taşır. Dahası politik semboller doğaları
gereği karşıtlık ve keskin ayrımları da ifade ederler. Buna göre, örneğin
etnik, mezhepsel, kültürel veya dini vb. farklılıklar kadar, sınıfsal ayrımlar
da sembolik şekillerde ifade edilebilir. Bu bazen sembolik bir ürünün sınıfsal
bir aidiyet edinmesiyle ortaya çıkarken, bazen de sınıfsal durum başlı başına
bir ürün ile özdeşleşebilir. Herhalde buna verilebilecek güzel örneklerden
birisi Cem Karaca’nın “Parka” adlı şarkısıdır. Bu şarkıda, “parka” ile “palto”
başka hiçbir açıklamaya gerek kalmadan, sınıf ayrımının iki zıt kutbu olarak ortaya
çıkan sembolik giysilere dönüşürler.
Diğer
taraftan politik semboller, ait oldukları kültürün ve topluluk hayatının ortak
paydaları olarak kişileri dış dünyadaki sosyal güçler ile yeniden birleştirme
görevini de üstlenmektedirler. Bu da ait olunan topluluğa dair politik inancın,
yeniden onaylatılması anlamına gelir. Üstelik semboller, toplumsal/politik
hayatın karmaşık gerçekliklerini bazen berrak hale getirdiği gibi çoğu kez de
deforme ederek, gerçeklikten uzaklaştırarak ya da örterek inanç, tutum ve değerler
üzerine kurulu kolektif tasarımlar biçimlerinde de işlev görürler. Çünkü güç ilişkilerine dayalı bir toplumsal
düzende iktidarın meşrulaştırılması, öncelikle parçalanmış gerçekliklerin
ideolojiyi perdelemesiyle de ilişkilidir.
Böylelikle
bir kavram, tarihi bir an, bir savaş, savaşta başarı göstermiş bir savaşçı, bir
ülkenin kurucusu, bir bayrak, bir nesne, eşya veya kıyafet, bir şehir,
anlatılar ya da efsaneler gibi çok farklı biçimlerde karşımıza çıkabilecek olan
sembol ve sembolik anlatımlar, politik seçkinlerin öncelikle kendi gücünü
arttırmak ve sonra da mevcut iktidarının devamı için yararlandıkları işlevsel enstrümanlar
haline gelir. Rejimlerin totaliterliği ya da demokratikliğine, içe kapalılığına
ya da dışa açıklığına göre değişik şekillerde uygulanan bu enstrümanlar, Pierre
Bourdieu’nün “devletin sahip olduğu en özgün şey” dediği iktidarı, mevcut ya da
potansiyel iktidar adaylarına karşı korumada kullanılır. Zira politik seçkinlerin
bu amaçla kullandığı yöntemlerden biri de iktidarı çağrıştıracak her türden
sembolü her daim görünür kılarak, sürekli anarak taze tutup kutsamaktır. Burada
araç kısmında politik
sembol yer alırken, amaç kısmında da bireylerin bunlar vasıtasıyla belli politik
konulara (devletin korunması, ülkenin bütünlüğü, bölünme korkusu vb.) kanalize
edilmesi yer alır. Böylece herhangi bir politik sembol, politik düşünceyi ve onun
ideolojisini anlatmada pratik kolaylıklar sağladığı gibi, zihniyeti ve onun
söylemlerini de peşi sıra her alana taşır.
Öte yandan
bütün bunlar üzerinden düşünüldüğünde Türk Sağı’nın sembol dağarcığı dikkat
çekici biçimde sivrilmektedir. Özellikle her kriz sonrası bölünme, bayrak,
ezan, şehitler, başörtüsü, devlet vb. politik semboller üzerinden kendi
kitlesini yeni bir motivasyon etrafında toparlamaya çalışan Türk Sağı ve onun
geçmişten bugüne gelen tüm iktidar biçimleri, mevcut krizleri de bu yolla
ötelemeyi başarmaktadır. Öyle ki, çoğu kereler meşruiyet bakımından sıkıntılı
olabilecek politik bir durum bile milliyetçi semboller üzerinden kolaylıkla
bertaraf edilebilmekte; kutsallıklarla teyellenmiş dinî semboller her türlü fecaati
örtmede aktif görev alabilmektedir. Böylelikle sağ söylemlerin, varlığına bir tehlike olarak
gördüğü her oluşum ya da eyleme karşı aynı politik sembolleri kullanarak “milli
çıkar” veya “kamu” yararı (şimdilerde adı “istikrar” oldu) iddiasıyla, kolektif
anlamla fakat sadece kendi kontrolleri altında dinamikleştirilen bir “toplumsal
mutabakat” ortamı yaratmaya çalıştığını da söyleyebiliriz.
Tabi ki
böylesi süreçler pek çok farklı yol üzerinden gerçekleşir. Nitekim Türk
Sağı’nın aynı paydada birleşerek iktidar ya da muhalefet sözcüleri tarafından benzer
derecede dillendirilen politik semboller dağarcığı, kişileri öncelikle topluluğa
sınırları belirlenmiş zorunluluklar eşliğinde bağlayarak, sonra da duygusal
tepkileri hazır seremonilere katı biçimde tabi kılınarak, törenselleşmenin (mitingler,
basın açıklamaları, konuşmalar vb.) yarattığı bir “iç zıtlaşma”nın doğasına indirgerler.
Böylelikle politik semboller, bir manipülasyon şekline dönüşerek bir yandan
milliyetçi/dinî düşüncelerin kitleye empoze edilmesine yardımcı olurken öte
yandan da hem kişilerin genele uyumunu kolaylaştırılır hem de kitlenin harekete
geçme kapasitesi arttırılmış olur. Keza aynı nedenler yüzünden Türk Sağı’nın
politik sembolizmi, kitlenin “genel olana” uyumunu sağlamaya yönelik beylik ve yaygın
sembolik çabalarla güçlendirilmiştir. Bu çabalar, toplumun farklı kesimlerinde rakip
olarak görülen bütün politik oluşumlara karşı sağcı sembolizmin dışlayıcı, ayrımcı,
nefret ve şiddet yüklü söylemleri nezaretinde ilerler. Vatan hainliği, bölücülük,
din/devlet düşmanlığı, aydın alçaklığı vb. biçimlerde ortaya çıkan, oldukça gözde
suçlama araçlarıyla tahkim edilmiş bu söylemler, kendi istikballerini
devlete/iktidara endeksleyen Türk Sağı’nın her kesiminden insanın bu sıkıntılı
bağlılıklarının arkasındaki kişisel çıkarları gizlemeye de yarar. Sahne alan semboller,
güce, kutsallığa, milliliğe, dinî/ahlâkî olana özenle vurgu yaparken, aslında
amaçlanan kişisel istikbalin özdeşleştiği merkez olan devlete/iktidara karşı
sadakatin sağlanmasıdır. Zira bu başarıldığı ölçüde, kişisel istikbal de daim
olacaktır.
Dahası insanî
arzularının tetiklemesi neticesinde ortaya çıkan ahlâkî zafiyet, tam da bu noktada,
Türk Sağı’nın tekelindeki bazı politik sembollerin gerçekliği ve anlamları
deforme etme gücüne şiddetle ihtiyaç duyar. Dolayısıyla burada ahlâkî sorun,
kişisel beklentilerin bir toplumsal düzen/yarar kılığında karşımıza
çıkmasındadır. Çünkü insanî egoların tatmini, onların kitleler nezdinde ancak “ulvî”
kavramlar eşliğinde yüceltilmesiyle mümkün olacaktır. Bu sebeple Türk Sağı’nın
politik sembolizminde söylemler, birden kolektif yarar vadeden “kendim için
değil, vatan için istiyorum” şekillerine dönüşür. Böylece politik alandaki rakipleri
güçsüz bırakmanın veya ortadan kaldırmanın adı kolayca “vatan hainliği” olabilir
ya da yandaşların ucuza kapattığı bir kamu arazisi için yapılan eleştiriler
aniden “dinî değerlerimize saldırıya” da dönüşebilir. İlâve olarak politik
yetersizlik/beceriksizliklerin sonucu ekonominin kötü gidişatı bile hızla “dış
güçlerin alçak oyunları” haline gelirken; vatanı sevmenin “bütün sorunları
çözeceğine” olan metafizik inanç, şaşırtıcı biçimde kitleselleşerek güçlenebilir.
Bununla
birlikte, kitlenin sınırları zayıfladıkça, motivasyon güçten düştükçe ya da silikleştikçe
onun sınırlarının simgesel dışavurumları daha fazla önem kazanmaya da başlar. Öyle
ki, Türk Sağı’nın vatan, bayrak, millilik, sandık, millî irade gibi sembolik
kavramları, ne derece sıklıkla kullandığı düşünüldüğünde, bu bilgi yararlı
olacaktır. Üstelik Türk Sağı (her iktidar biçimi gibi) kendisini sadece kutsallıklara
dayalı şekilde inşa ettiği için, bu politik semboller üzerinden de sembolik
itaat mekanizmaları geliştirilmiştir. Örneğin “devlet büyükleri”, devlet ile
birlikte kutsanır. Devletin sembolik olarak saygı ile birlikte anılması, çoğu kez saygı sınırlarını da aşar ve
“devlet büyükleri”ni de içerisine alarak, durumun itaat talebine doğru
sürüklenmesiyle sonuçlanır. Çünkü sembollerin taşıdıkları toplumsal anlam, genel
itibarıyla, mevcut sosyo-ekonomik sistemi ve bu sistemin içindeki iktidar
sahibi kimselerin konumunu haklılaştırmak için kullanılmaktadır. Kısacası, “modern”
denilen zamanlarda bile kutsalın ele geçirdiği her şey, birden başka bir kutsala
dönüşmektedir.
Öte yandan Türk Sağı, sadece
sembollerle değil sembolik ilişkilerle de toplumsal kontrolü elinde tutmaya
çalışmaktadır. Bu alandaki görev ise bilhassa dil ve söylem vasıtasıyla yürütülür. Günlük
konuşma içerisinde özellikle dinî söylemlerin şekillendirdiği sembolik
ilişkiler, huzur ve düzen ihtiyacı gibi herkesin düşünmeden “evet” diyebileceği
“masum” amaçlarla topluluğu disipline etmeyi hedefler. Tekrarlar, uyarılar ve
yaptırımlarla birlikte bir süre sonra sembolik ilişkilerin aynılaşması, farklılıkların
meşruluğunun yitirilmesi ya da ortadan kaldırılmasına yol açabilecek şekilde gelişen
bir homojenleşme, ufukta tehlike olarak belirir. Sembolik ilişkilerin aslî “kontrol
araçlarına” dönüştüğü bu süreçte, inisiyatif kullanamama, bireyselliğin azalması,
geleneksel otoritelerin yükselişi gibi gelişmeler de aynı sürece eşlik eder. Çünkü Türk Sağı’na ait semboller, bilhassa
görünür özellikteki kimlik kazandırma vasıtasıyla bireysellikleri toparlayıcı,
onların yorumlanması ve sınırlandırılmasına da yardım edici bir işlevlere
sahiptirler.
Bir başka
açıdan Türk Sağı, toplumsal zemini bazen içe, bazen de dışa dönük olarak
sürekli zıtlık ve gerginlik içinde bırakmayı, kendi kutsallarını cilalama ve
otoriteye ihtiyacı devamlı olarak sıcak tutup, şarj etmeyi sıklıkla denese de Weberyan
deyişle kendi “saygınlık ülküsünün ateşini” toplumda yüksek tutabilmek için politik
sembollerini kutsamaya, yaygınlaştırmaya ve benimsetmeye çalışsa da bunu tam
anlamıyla başardığı söylenemez. Öyle ki semboller, bazen de “ötekilere” de anlam
yaratma kapasitesi kazandırır. Üstelik bu anlam her zaman, iktidarın arzuladığı
yönde de olmayabilir. Sonuçta onlar, iktidar yapılarına bağlanmanın yanı sıra,
o yapılara karşı koymaya, direnmeye de temel teşkil ederler. Çünkü bilindiği
üzere, bir yerde iktidar varsa, direnişin de olması doğaldır.
Bu makaleye şu LİNK'ten de ulaşılabilir: http://www.birgun.net/haber-detay/acil-durumlarda-cami-kiriniz-politik-sembolizm-ve-turk-sagi-106775.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder