İnsana
ait tüm değer ve normlara zemin oluşturan tarihin, bu değer ve normlar bütünü
içerisindeki değişimleri de kapsadığı düşünülebilir. Öyleyse, insanın özünü
anlamaya yönelik her çaba dilden sonra tarih durağına da uğramak zorundadır.
Çünkü bu değer ve normlar bütünü, bir dil içerisinde yoğrulur; böylelikle
insanlar, dilin koyduğu kurallar bütününün parçaları haline gelirler. En sonunda
da insan, tarihsel koşullar ile birlikte geçmiş bir mirasın yükünü de taşıyarak
tarih içindeki yerini alır.
Bu sebeple, insanın özü tarihsel gelişim içerisinde izlenebilir
ve bu gelişim süreci içerisinde anlamlı olabilir. Aynı süreç içerisinde insanın
özüne ve yaşama ait temel öğelerin aktarıcısı olması bakımından iki temel
taşıyıcı öğe olarak yine tarih ve dil ile karşılaşıyoruz. Tarih insana ve
yaşama dair herşeyin üzerinde meydana geldiği alan olurken, dil tarihsel
olayları anlamamızı sağlayan, “anlamların taşıyıcısı” olan bir öğedir. Bu
tespit, tarih ve dilin bir “son” ile noktalanamayacağı anlamına da gelmektedir.
Yani insanlık varoldukça tarihsellik ve dilsellik bu süreçte bir “durum” olarak
varolacaklardır. Çünkü her iki kavram da hem insanı oluşturan hem de insanın
oluşturduğu bir “somut durum”dur.
Sonuçta,
tarihsellik ve dilsellik dolayımından geçerek insanın özünün
anlamlandırılmasına doğru giden bu yaşam felsefesi modeli, Dilthey’dan sonraki
düşünürleri de etkilemiştir. Meselâ Simmel’de bu model günlük yaşam pratikleri
içerisinde yer alan kapitalist öğelerin (para, kapitalist insan ilişkileri,
şehir yaşamı vb. gibi) anlamlı kılınmasıyla ve daha çok olgulara dayanarak
etkisini gösterir. Heidegger’de ise bu felsefi ekol, Aydınlanma’nın
eleştirisinden başlayarak ve onu da içererek, doğadan ayrı değil onun bir
parçası olan insanın geçmişten kalan bir miras’ın
da etkisiyle kendi varoluşunu eline alabilmesi problemi etrafında
düğümlenmiştir. Aynı damar Marcuse’nin Heidegger eleştirilerinin getirdiği
düşünsel olgunlukla da birleşerek, aynı “varoluş” sorununun daha kolektif ve
daha somut bir şekilde kavramlaştırılması, ayakları yere basan bir teoriye
dönüştürülmesinde kendini bulmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder