31 Mayıs 2013 Cuma

BÜYÜLÜ BİR KELİME: AHLÂK



Ahlâk kelimesi günümüzde, sıklıkla tekrarladığımız bir ezbere dönüşmüş durumda. Kelimenin çekiciliğinin, ifade ederken hep başkalarının "ahlâksızlığı"na yaptığı vurgu nedeniyle, dayanılmaz bir cazibeye de sahip olduğu söylenebilir. Bu sebeple, başkalarının "kötülük"lerini zikretme sevdası, burnumuza kadar rezilliğe batsak da başkalarının "ahlâksızlığı"nı keyifle anlatma lezzetiyle kolayca birleşebiliyor. Bunda ahlâkın, vicdan gibi kaygan bir zeminden güç almasının da payı var elbette... Çünkü vicdan, kolaylıkla "gayrı ahlâkî" bir durumu, "ahlâkî" yapma ve gösterme kudretine de sahip olabiliyor.
Diğer taraftan, ahlâk ve onun dayanağı vicdan, tek tanrılı dinlerden önce de yeryüzünde vardı. Üstelik, günümüzde olduğu gibi, hiçbir dinin tapusunda da değildi. Antik Yunan filozofları ve onların metinleri bu konunun en güzel örnekleridir. Oysa ki, tek tanrılı dinler gelince, ahlâkı ve vicdanı kendi inanç motifleriyle doldurdular ve diğer yorumlara sıkıca kapattılar. Artık "iyi ve ahlâklı insan" "iyi" bir Hıristiyan/Müslüman olmaktan geçmekteydi. Bunun üzerine 1900'lerde bir de etnisite yorumu eklendi. Böylece ahlâk ve vicdandan oluşan bu ikili, bu kez de etnik ve kültürel anlamda yeniden dizayn edildi.
Bugüne geldiğimizde ise, kendi ülkemizin de içinde bulunduğu  Doğu toplumlarında ahlâkın içeriğinin, din, gelenek ve etnisiteler tarafından sımsıkı doldurulduğunu, alternatif yorumlara kapalı kültürel bir çuvala tıkıldığını görüyoruz.  Bu içeriğin özü, cinsellik, kadın bedeni, bireysel davranışlar, giyim-kuşam vb. gibi bir takım ahlâk kavramına uzak, dinî ve geleneksel toplum özlemlerine yakın durduğu gibi, "güzel davranışlar" şeklinde ifade edilen muğlak, otoriter, dışlayıcı ve homojenleştirici anlamları da içerisinde barındırıyor. 
Bir insanın "iyi" ile "kötü"yü ayırabilmesi için Büyük Anlatılar'ın süslediği bir üst yoruma ihtiyaç duymamasına rağmen, bu anlatılar, kendi toplumsal düzenlerini dayatabilmek, sosyal kontrolü sağlayabilmek, sapmaları önleyebilmek için insanlar üzerinde baskı mekanizmaları oluşturuyorlar. Bu ve benzeri baskılar sonucunda, farklılıklardan ziyade benzerliklerin altının çizildiği, homojenleştirici, kendi yorumu dışında hiçbir yoruma yaşam hakkı tanımayan otoriter insanlardan oluşan toplumsal yapılar ortaya çıkıyor. Kişiler bunu, toplumsal düzen ya da din adına yaptıklarını düşünerek motive oluyorlar.
Bu kişilerin oluşturduğu böylesi toplumlar da, en çok, o toplumların rantını yiyenlerin (yani egemenlerin) işine geliyor. Toplumsal sorunları, "bir ahlâk sorunu" ambalajında sunduğunda, resmî güvenliğe ihtiyaç kalmıyor. Yanındaki arkadaşın zaten ahlâk zabıtası/muhbir'in rahatlıkla olabiliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder