Öncelikle bir BLOG yazısı olması sebebiyle, Antonio Gramsci'nin koca bir "devlet kuramı"na, eski okumalarımdan aldığım notları paylaşacağım için, burada ancak kısa kısa değinmeye çalışacağımı belirtmek isterim.
Gramsci’nin devlet kuramına göre, devlet kendi içinde bir son değil, fakat neticede bir aygıt, bir araç olarak kavramlaştırdığı bu yeni zamana aittir. Bu yüzden devlet, evrensel olanı değil, tikel çıkarı temsil eder. Temelini oluşturan toplum üzerinde egemenlik süren ayrı ve üst düzeyde de bir oluşum da değildir. Devlet ancak toplumca koşullanmış ve ona bağımlılaştırılmıştır. Fakat bu, Hegel’de olduğu gibi, devletin sürekli bir kurum olduğu anlamına gelmez. Bu devletin temelini oluşturan toplumun dönüşümü ile ortadan kalkmaya zorunlu, bu yüzden de geçici bir kurum olduğunu gösterir.
Gramsci'de devlet, dört ana tema etrafında şekillenir:
Araçsal, tikel, bağımlı ve geçici devlet. Buna göre de Gramsci devleti, üç
özellik etrafında tanımlar:Gramsci’nin devlet kuramına göre, devlet kendi içinde bir son değil, fakat neticede bir aygıt, bir araç olarak kavramlaştırdığı bu yeni zamana aittir. Bu yüzden devlet, evrensel olanı değil, tikel çıkarı temsil eder. Temelini oluşturan toplum üzerinde egemenlik süren ayrı ve üst düzeyde de bir oluşum da değildir. Devlet ancak toplumca koşullanmış ve ona bağımlılaştırılmıştır. Fakat bu, Hegel’de olduğu gibi, devletin sürekli bir kurum olduğu anlamına gelmez. Bu devletin temelini oluşturan toplumun dönüşümü ile ortadan kalkmaya zorunlu, bu yüzden de geçici bir kurum olduğunu gösterir.
* Devlet tarihsel bloğun hem “entelektüel ve moral” ve
hem de politik üstyapısını bir araya getirir,
* Devlet bu üstyapı öğesi arasında bir iç dengesidir,
* Devletin birliği tarihsel bloğun türdeşliğini sağlayan
toplumsal bir grup tarafından (aydınlar) çekilip çevrilmesinden doğar.
Öyleyse devlet, onu birleştiren
örgütlerin çeşitliliği ve temel sınıfın hegemonyasını sağladığı yönetim
işlevlerinin ikiliği ötesinde, aydınlar katmanının oluşturduğu bu özel
toplumsal grubun etkinlik bütünlüğü olarak ortaya çıkar. O halde, üstyapı
içerisindeki ayrım şu ya da bu örgüt arasındaki karşıtlıktan çok, (ideolojik)
hegemonya işleviyle (politik) egemenlik işlevi arasındaki karşıtlığı konu
almalıdır.
Aynı sebepten solayı da Hegel’in sivil toplumu, Marx’ta olduğu
gibi bir “gereklilikler sistemi” değil, Gramsci’nin Hegel’e de atıfta bulunarak
söylediği gibi, “devletin ethik bir içeriği”dir. Hegel’in belirttiği gibi, aile
kurumları ile de birlikte sivil toplumda derin temelleri oluşan, devletin
“ethik kökenleri”, “sarsılmaz temelleri” ve “kamu özgürlüğünün köşebaşını”
oluşturduğu düşünülür.
Bu anlamda Gramsci’nin sivil toplumu,
başlangıç momentlerinden biri, farklı çıkarların (kurumlaşmaların) örgütlenmesi
ve düzenlenmesinin devlete geçişin temelini sağladığı andaki son momentlerden
biridir. Sivil topluma yapı-üstyapı antitezinin bitişi olarak bakarsak, devletin sonu, sivil toplum ve siyasal
toplumun karşılıklı dengede olduğu üstyapısal momentin baskın olmasıdır; sivil
toplum üstyapının bir momenti olduğuna göre, devletin sonu, siyasal toplumun
sivil toplum içinde özümlenmesidir. Böylelikle sivil toplum, devletin ortadan
kalkışında birincil role sahip olur. O’nun düzenlenmiş toplum dediği devletsiz
toplum, sivil toplumun genişlemesiyle doğacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder