BBC Türkçe'de yayınlanan Mahmut Hamsici imzalı "AKP - Cemaat
Geriliminin Arkasında Ne Var?" başlıklı haberde benim de görüşlerime
başvurulmuştu. (19 Kasım 2013 - Yani bu röportaj, herşeyin yeniden biçimlendiği ve makas değiştirdiği 17 Aralık'tan sonraki tüm gelişmelerden önce gerçekleşmişti.) Yayın standartları içerisinde ister istemez
yapılan bazı kısaltmalar olduğu için söylediklerimin kesintisiz halini, epeyce
bir gecikmeyle de olsa, aşağıda yayınlıyorum.
Habere şu LİNK'ten ulaşılabilir:
-AKP ve Fethullah Gülen Cemaati arasındaki sorunun kaynağı nedir?
Ortada neden bir gerilim var? Bu gerilim hangi ayaklar üzerinden yükseliyor?
Siz bu gerilimi nasıl yorumluyorsunuz?
Kanımca en temel neden, toplumsal rantın ve devlet kadrolarının
paylaşım sorununun tetiklediği bir takım başka sorunlar vesilesiyle bu noktaya gelindi. AKP’nin ne fikrî ne de
sayısal anlamda cemaate artık ihtiyaç duymayacağı bir pozisyona ulaşması da
başka bir etken. Çünkü iktidar partisi artık fikrî desteğini alacağı kurumsal
yapılara sahip, bunun yanı sıra “oy kaybederim” gibi bir sıkıntısı da şu an hiç yok.
Üstelik AKP ile cemaat ilişkileri bugüne kadar sürekli bir karşılıklılık
şeklinde seyretti. Yani iktidar, cemaatin sosyal tabanda ve medyadaki gücünden
faydalanırken, cemaat de kendi mefaatleri çerçevesinde isteklerini (kadrolaşma,
devlet ihaleleri vb.) kolayca yerine getirdi. AKP ne zaman ki siyasî alanda
hegemonyasını kurup “parti devlet” oldu, cemaat o an işlevini kaybetti.
Bugün gelinen noktada bu çekişmelerin yaklaşık iki yıllık bir geçmişi
olduğunu görüyoruz. “Hakan Fidan Olayı” ile başlayan süreçte AKP, kendi
içerisinde büyüyen ve güçlenen bir cemaat yapısının ilk defa ve hayretle
farkına vardı, neler yapabileceklerini gördü ve esasen bu aşamadan itibaren
tasfiye sürecine girişti. İktidar partisi gibi “tek adam”a dayalı bir siyasî
yapının, kendi bünyesi içinde ortaya çıkan böylesi bir palazlanmaya izin
vermesi zaten düşünülemezdi. Dahası bu yapının, Erdoğan sonrası parti başkanlığı
için aday çıkarabileceği ve olası bir çekişmede parti başkanlığını alma,
alamadığı durumda da partinin ikiye bölünme ihtimali olasılığı, AKP
kurmaylarını cemaatin tasfiyesi konusunda iştahlandırdı. Bununla birlikte ben,
Has Parti ve DP’nin AKP’ye katılımının da cemaat tasfiyesi ile ilgili olduğunu
düşünüyorum. Öyle ki, belki DP değil ama özellikle Has Parti tasfiye edilenlere
kucak açabilecek yegâne siyasî çekim merkeziydi. Bu katılımlar ile AKP,
kendisine karşı olası alternatifleri bünyesine alarak kısa vadede aynı kulvarda
koştuğu potansiyel rakiplerini de tamamen ortadan kaldırdı.
Meselenin bir de “yer açma” durumu var tabi ki... Devlet kadroları,
ihaleler ve özellikle bürokrasi için AKP tabanından gelen kadro ve ihale
baskılarının, cemaat kadrolarının yavaş yavaş tasfiyesi ile hafifletildiğini de
söyleyebiliriz. Boşalan yerlere kendi kadrolarını yerleştiren, açılan ihaleleri
aynı kadrolara dağıtan bir iktidar, kendi tabanından gelen tazyiki de biraz
olsun azaltmış oldu. Meselâ bu açıdan İhlas Grubu’nun medyası ve yatırımlarıyla
son günlerde öne çıkması dikkatle izlenmeli.
Şu an yaşanan gerilimin esas nedenleri bunlar olmakla birlikte ben bu
gerilimli durumun uzun vadede devam edeceğini düşünmüyorum. Seçimler sonrasına
bakmak da gerek. Cemaat yapısı gereği her zaman pozisyonel oldu, her devirde
kim olursa olsun mevcut iktidarla uzlaşmaya gitti, yani istikrarlı biçimde
duruma ve siyasî havaya göre hareket etti. İktidar partisinin önümüzdeki
seçimlerden de muzaffer çıkması neticesinde cemaatin yine aynı pozisyonel
duruma tekrar geri döneceğini, dönmek isteyeceğini düşünüyorum. Üstelik
cemaatin bir “mücadele tarihi” yok. Sabırla bekleyecekler, çıkarlar yine bir
noktada kesişecek ve bugünkü husumetler unutulacak. Fakat bu epey bir zaman
alacak ve beklentiler illa ki bu hükümete yönelik de olmayabilir. Cemaat,
Erdoğan ve AKP yönetici kadrolarının dışındaki herkesle aynı menfaat bağlarını
tekrardan kurabilir.
Fethullah Gülen’in bütün eserlerini okumuş biri olarak birkaç cümle de
onun üzerine söylemek zorundayım. Kanımca ikili olarak Gülen ile Erdoğan’ın
arası hiçbir zaman iyi olmadı. Resmî ilişkilerin getirdiği “tatlı muhabbetler”i
bir kenara bırakırsak, yazdıklarından tanıdığım kadarıyla Gülen’in Erdoğan’ı
bir lider olarak beğenme ihtimalini çok uzak görüyorum; buna karşın Erdoğan’ın
da Gülen’i siyasî olarak “başarısız” olarak gördüğü tahmin edilebilir. Keza
Gülen, bu “beğenmeme” durumunu, çoğu kez örtük olarak defalarca dile getirdi.
Geçmişi anlatırken kullandığı “firavunlaşma”, “kibir”, “bencillik” vb.
kavramlar, aslında hep bugünü ve Başbakanı anlatıyordu. Gülen en son, on gün
önce, ağır bir rahatsızlık geçirdi. Bu bize şunu gösterdi ki, AKP’nin cemaat
ile yaşadığı gerilim bir bakıma “Gülen sonrası” için plânlanmış bir hamle
olarak da düşünülmeli. Çünkü burada mahalle köşesindeki Güvercin Sevenler
Derneği başkanlığına bile kendi adamını getirmeyi düşleyen bir tahayyülden
bahsediyoruz. Netice itibarıyla, yerine halef bırakmayan bir cemaat önderinin
ölümü, kaçınılmaz olarak liderlik çekişmelerini de beraberinde getirecektir ve
bu çekişmeden hem iktidar partisi hem de iktidar partisiyle araları düzeltmek
isteyen cemaat mensupları mefaat sağlamak isteyebilir. Bu menfaat ittifakının
ödülü de Gülen sonrası cemaatin fiilî olarak iktidar partisine bağlanması
olabilir.
Cemaat şu an babası (/devlet) tarafından kapı dışarı
edilmiş bir delikanlı gibi; dede evi çok uzakta ve dede sürekli “itidal”
ile “tanrıya sığınma” tavsiye ediyor, oysa bunlar dünyevî değil; delikanlının
başka alternatifi yok, bu yüzden gönlü eve dönmekte ama artık evde babanın
kurallarına uymaktan başka seçenek de görünmüyor. O sebeple delikanlı şu an sabırla
kapıda bekliyor ve babasının en kısa sürede yumuşamasını umuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder