21 Mart 2014 Cuma

BBC TÜRKÇE SÖYLEŞİ / AKP - Cemaat Geriliminin Arkasında Ne Var?




BBC Türkçe'de yayınlanan Mahmut Hamsici imzalı "AKP - Cemaat Geriliminin Arkasında Ne Var?" başlıklı haberde benim de görüşlerime başvurulmuştu. (19 Kasım 2013 - Yani bu röportaj, herşeyin yeniden biçimlendiği ve makas değiştirdiği 17 Aralık'tan sonraki tüm gelişmelerden önce gerçekleşmişti.) Yayın standartları içerisinde ister istemez yapılan bazı kısaltmalar olduğu için söylediklerimin kesintisiz halini, epeyce bir gecikmeyle de olsa, aşağıda yayınlıyorum.
Habere şu LİNK'ten ulaşılabilir:
-AKP ve Fethullah Gülen Cemaati arasındaki sorunun kaynağı nedir? Ortada neden bir gerilim var? Bu gerilim hangi ayaklar üzerinden yükseliyor? Siz bu gerilimi nasıl yorumluyorsunuz?
Kanımca en temel neden, toplumsal rantın ve devlet kadrolarının paylaşım sorununun tetiklediği bir takım başka sorunlar vesilesiyle bu noktaya gelindi. AKP’nin ne fikrî ne de sayısal anlamda cemaate artık ihtiyaç duymayacağı bir pozisyona ulaşması da başka bir etken. Çünkü iktidar partisi artık fikrî desteğini alacağı kurumsal yapılara sahip, bunun yanı sıra “oy kaybederim” gibi bir sıkıntısı da şu an hiç yok. Üstelik AKP ile cemaat ilişkileri bugüne kadar sürekli bir karşılıklılık şeklinde seyretti. Yani iktidar, cemaatin sosyal tabanda ve medyadaki gücünden faydalanırken, cemaat de kendi mefaatleri çerçevesinde isteklerini (kadrolaşma, devlet ihaleleri vb.) kolayca yerine getirdi. AKP ne zaman ki siyasî alanda hegemonyasını kurup “parti devlet” oldu, cemaat o an işlevini kaybetti.
Bugün gelinen noktada bu çekişmelerin yaklaşık iki yıllık bir geçmişi olduğunu görüyoruz. “Hakan Fidan Olayı” ile başlayan süreçte AKP, kendi içerisinde büyüyen ve güçlenen bir cemaat yapısının ilk defa ve hayretle farkına vardı, neler yapabileceklerini gördü ve esasen bu aşamadan itibaren tasfiye sürecine girişti. İktidar partisi gibi “tek adam”a dayalı bir siyasî yapının, kendi bünyesi içinde ortaya çıkan böylesi bir palazlanmaya izin vermesi zaten düşünülemezdi. Dahası bu yapının, Erdoğan sonrası parti başkanlığı için aday çıkarabileceği ve olası bir çekişmede parti başkanlığını alma, alamadığı durumda da partinin ikiye bölünme ihtimali olasılığı, AKP kurmaylarını cemaatin tasfiyesi konusunda iştahlandırdı. Bununla birlikte ben, Has Parti ve DP’nin AKP’ye katılımının da cemaat tasfiyesi ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Öyle ki, belki DP değil ama özellikle Has Parti tasfiye edilenlere kucak açabilecek yegâne siyasî çekim merkeziydi. Bu katılımlar ile AKP, kendisine karşı olası alternatifleri bünyesine alarak kısa vadede aynı kulvarda koştuğu potansiyel rakiplerini de tamamen ortadan kaldırdı.
Meselenin bir de “yer açma” durumu var tabi ki... Devlet kadroları, ihaleler ve özellikle bürokrasi için AKP tabanından gelen kadro ve ihale baskılarının, cemaat kadrolarının yavaş yavaş tasfiyesi ile hafifletildiğini de söyleyebiliriz. Boşalan yerlere kendi kadrolarını yerleştiren, açılan ihaleleri aynı kadrolara dağıtan bir iktidar, kendi tabanından gelen tazyiki de biraz olsun azaltmış oldu. Meselâ bu açıdan İhlas Grubu’nun medyası ve yatırımlarıyla son günlerde öne çıkması dikkatle izlenmeli.
Şu an yaşanan gerilimin esas nedenleri bunlar olmakla birlikte ben bu gerilimli durumun uzun vadede devam edeceğini düşünmüyorum. Seçimler sonrasına bakmak da gerek. Cemaat yapısı gereği her zaman pozisyonel oldu, her devirde kim olursa olsun mevcut iktidarla uzlaşmaya gitti, yani istikrarlı biçimde duruma ve siyasî havaya göre hareket etti. İktidar partisinin önümüzdeki seçimlerden de muzaffer çıkması neticesinde cemaatin yine aynı pozisyonel duruma tekrar geri döneceğini, dönmek isteyeceğini düşünüyorum. Üstelik cemaatin bir “mücadele tarihi” yok. Sabırla bekleyecekler, çıkarlar yine bir noktada kesişecek ve bugünkü husumetler unutulacak. Fakat bu epey bir zaman alacak ve beklentiler illa ki bu hükümete yönelik de olmayabilir. Cemaat, Erdoğan ve AKP yönetici kadrolarının dışındaki herkesle aynı menfaat bağlarını tekrardan kurabilir.
Fethullah Gülen’in bütün eserlerini okumuş biri olarak birkaç cümle de onun üzerine söylemek zorundayım. Kanımca ikili olarak Gülen ile Erdoğan’ın arası hiçbir zaman iyi olmadı. Resmî ilişkilerin getirdiği “tatlı muhabbetler”i bir kenara bırakırsak, yazdıklarından tanıdığım kadarıyla Gülen’in Erdoğan’ı bir lider olarak beğenme ihtimalini çok uzak görüyorum; buna karşın Erdoğan’ın da Gülen’i siyasî olarak “başarısız” olarak gördüğü tahmin edilebilir. Keza Gülen, bu “beğenmeme” durumunu, çoğu kez örtük olarak defalarca dile getirdi. Geçmişi anlatırken kullandığı “firavunlaşma”, “kibir”, “bencillik” vb. kavramlar, aslında hep bugünü ve Başbakanı anlatıyordu. Gülen en son, on gün önce, ağır bir rahatsızlık geçirdi. Bu bize şunu gösterdi ki, AKP’nin cemaat ile yaşadığı gerilim bir bakıma “Gülen sonrası” için plânlanmış bir hamle olarak da düşünülmeli. Çünkü burada mahalle köşesindeki Güvercin Sevenler Derneği başkanlığına bile kendi adamını getirmeyi düşleyen bir tahayyülden bahsediyoruz. Netice itibarıyla, yerine halef bırakmayan bir cemaat önderinin ölümü, kaçınılmaz olarak liderlik çekişmelerini de beraberinde getirecektir ve bu çekişmeden hem iktidar partisi hem de iktidar partisiyle araları düzeltmek isteyen cemaat mensupları mefaat sağlamak isteyebilir. Bu menfaat ittifakının ödülü de Gülen sonrası cemaatin fiilî olarak iktidar partisine bağlanması olabilir.
Cemaat şu an babası (/devlet) tarafından kapı dışarı edilmiş bir delikanlı gibi; dede evi çok uzakta ve dede sürekli “itidal” ile “tanrıya sığınma” tavsiye ediyor, oysa bunlar dünyevî değil; delikanlının başka alternatifi yok, bu yüzden gönlü eve dönmekte ama artık evde babanın kurallarına uymaktan başka seçenek de görünmüyor. O sebeple delikanlı şu an sabırla kapıda bekliyor ve babasının en kısa sürede yumuşamasını umuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder