4 Mart 2014 Salı

DURKHEIM'da AHLÂK - Kısa Değinmeler

Aşağıdaki bölüm, İletişim Yayınları tarafından Şubat 2012 tarihinde basılan "Altın Nesil"in Peşinde (http://www.iletisim.com.tr/kitap/altin-nesilin-pesinde/8562#.UxXc_M6PqjY) isimli kitabımın 34 ve 37. sayfalarından alınmıştır:
"Durkheim açısından akıl ve akılcılık söz konusu olduğunda ise o, ahlâkın laikleşmesinin önemini de şu şekilde açıklamaktaydı; ahlâk laikleştikçe daha insanî ve rasyonel olmakta, dolayısıyla da daha küllî (genel) bir şekil almaya doğru gidiyordu; aksine dinden ayrılması ise, dinî şeklini kaybetmesine sebep oluyor, bu da onun zayıf yanını teşkil ediyordu.[1] Laik ahlâkın ancak bir din şeklinde ortaya çıktığı zaman kuvvetli bir ahlâk olacağına inanan Durkheim, eskiden ahlâkımız din iken, gelecekte dinimizin ahlâk olacağını belirtmekteydi. Durkheim için din ve dinî öğeler (dinsel törenler, semboller, alışkanlıklar vb’leri), sosyal ahlâk düşüncesini arzulanır kıldıkları ve toplumsal katmanlar arasındaki ilişkilerde bağlılık sağladıkları oranda önemliydiler. Bu nedenle de Durkheim, ilkel dinsel inançların pratikleri yanında onların simgesel ve bütüncül işlevleriyle, yani bu alanın entelektüel temelleriyle de ilgilendi.[2] İşte bu yüzden de Durkheim, ahlâk anlayışında olduğu gibi din anlayışında da bir başlangıç fikri düşüncesi taşıyordu.[3] Buna göre, Durkheim için din üzerine çalışmak demek, dinlerin ilk çıkış noktalarına giderek yapılacak ilkel din araştırmaları demekti. Çünkü dinlerin geçirdiği evrimin ilk haline gitmek, o dönemlerdeki dinî inanışların niteliklerini saptamak, günümüz dinlerini anlayabilmenin öncelikli şartıydı. Durkheim dinlerin değişmez özelliği olarak kutsal ile kutsal olmayan ayrımının çok belirgin şekilde gözlenebileceğini söylerken, dinin dünyayı anlamlandırmak için kullandığı bir ölçüt olduğunu da belirtiyordu. Buna göre insanlar kutsal şeylere nasıl davranmaları gerektiğini çeşitli dinsel törenler ve eylem biçimleri yoluyla öğreniyorlardı. Kutsal ve kutsala ait özellikler bu aşamada yaratılırken, kutsal ya da kutsal olanlarla ilintilendirilen kesin ve kayıtsız ahlâk kuraları ise, kutsala ait değerlerin içerisinde yer alarak toplum hayatında köklü bir şekilde yerleşiyordu.
Öte yandan, Durkheim’a göre yeni toplumun yarattığı tüm sorunların bir başka çözüm yolu da ahlâk hadiselerinin bilimsel yolla incelenmesiydi, yani ahlâkın bilimini yapmaktı.[4] Durkheim bu amaçla, ahlâkı da öteki bilim dalları gibi sistemleştirmeye çalışmış, ahlâk olaylarını tasvir ederek, karşılaştırarak ve sınıflandırarak yeni bir bilimsel alan yaratmaya çaba harcamıştır. Bunun için de hukuktan yararlandı. Ahlâk ve hukuku birbirinden ayrılamaz ve birbirlerini tamamlayan olgular olarak gören Durkheim, ahlâk sosyolojisi adı altında hukuk olaylarını inceledi.[5] Kezâ bu “yeni bilim”inin amacı, ahlâkî olayları görmek ve açıklamaya çalışmaktı. Bu amaçla intihar olaylarının toplumdan topluma değişen istatistiksel oranlarını ele alan Durkheim, bu oranlardaki anormal artışları bir “ahlâk sorunu” olarak nitelendirdi. Buradan da toplumda meydana gelen bunalımlar ile intihar vakaları arasında bir ilişki kurmak için bu bunalımların intihar oranlarında yarattığı değişikliklerden yola çıkarak, intihar nedeninin bireyden çok toplumda aranması gerektiğini söylemekteydi. Çünkü ona göre, “belirli bir toplumun herhangi bir çağındaki intihar sayısı, o toplumun o çağındaki ahlâk yapısını belirliyordu.”[6] İncelediği toplumlardaki intihar olaylarının gözle görülür derecelerde artmasını, bu toplumların derinden yaşadığı tehlikeli ve hızlı değişime bağlayan Durkheim, “ahlâkî bozukluğun” toplum yapısının tutulduğu “derin hastalığın” göstergesi olduğunun da altını çizmekteydi.
Durkheim, ahlâkî bozukluğun toplum yapısında yarattığını düşündüğü hastalığa çözümü toplumun yaratıcı gücüyle oluşturulabilecek bir sosyal ahlâkta nasıl bulmuşsa, Weber de “kapitalizm neden başka bir coğrafyada değil de Avrupa’da ortaya çıktı?” sorusu üzerinden düşünerek Protestan ahlâkının kapitalizme kurucu davranış kalıpları ürettiği sonucuna varmıştı. Protestan ahlâkı, “batılı olmayan toplumlarda örneği görülmeyen, yaşam zevklerinden yararlanmak için değil, her zaman daha fazla üretmek isteğini doyurmak için olabildiğince yüksek kâr anlayışını doyurmak gibi oldukça tuhaf bir davranışın açıklanmasını” meşru kılıyordu.[7] Aron burada Weber’in dinsel bir tutum ile ekonomik bir davranış arasındaki ilişkiyi en azından olası kılmasını, önemli bir sosyolojik sorunu ortaya çıkarmak olarak görür. Çünkü bu sorun, dinsel dünya görüşlerinin toplumsal örgütlenmeler ve bireysel tutumlar üzerindeki etkilerini de anlaşılır kılar ve ayrıca bizim genel ekonomik tutumları anlamamız için bu bilgiye de ihtiyacımız vardır.
Bunların dışında, ekonomik yaklaşımın bir ahlâk disiplini olmadan toplum sorunlarına çare getiremeyeceğine inanan Durkheim’a göre, ekonomik hayat görülmedik bir şekilde değişip yeni alanlar yaratarak insanları aynı hızla bu alanlara çekerken, bu alanlarda “barış ve düzen” sağlama piyasanın ellerine bırakılamayacak kadar önemli bir konuydu. Çünkü, toplum hayatının bütününde böyle önemli yer tutan bir faaliyet, kendine mahsus bir ahlâk düzeninden mahrum kalamazdı ve ekonomik hayatın bu şekilde ahlâk dışında kalması, kamu hayatı için tehlikeli bir durumdu.[8] Bununla birlikte, Durkheim düşüncesinde sosyalizmin mülkiyet ilişkilerini yeniden düzenlemesiyle ortaya çıkacak durum da aynı ahlâkî sorunu çözemeyecekti. Zira modern toplumun krizi, maddî çıkarların çatışmasından kaynaklanan bir kriz değildi ve sınıfsal gerginlik biçimi olarak mülk sahipliği sorunu asıl problem karşısında talî bir konumda kalıyordu ve buradaki mesele toplumun ahlâkî yapısını yeniden şekillendirme meselesiydi.[9] Anlaşılan o ki, sosyal alanda mülkiyet ilişkilerinin düzenlenmesinin bir ahlâk disiplini olmadan sağlanamayacağına inanan Durkheim, bu disiplinin yokluğunda bireylerin doymak bilmez bir iştahla birbirleriyle çatışacağını ve böylelikle de aynı bireylerin sosyal bir düzen içerisinde tutamayacağının altını kalın bir şekilde çizme gereği duydu."




[1] KARASAN, Mehmet: “Çevirenin Önsözü”, Meslek Ahlâkı, s. XII

[2] HAWKINS, M. F. : “Comte, Durkheim and The Sociology of Primitive Religion”, Sociological Review, Vol. 27, No: 3, 1979, s. 430

[3] DURKHEIM, Émile: Sosyolojik Yöntemin Kuralları, (Çev: Cenk Saraçoğlu), Bordo-Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul-2003, s. 84-85

[4] KARASAN, Mehmet: “Çevirenin Önsözü”, Meslek Ahlâkı, s. XIII ve XIV

[5] KÖSEMİHAL, Nurettin Şazi: Durkheim Sosyolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul-1971, s. 56

[6] KÖSEMİHAL, Nurettin Şazi: Durkheim Sosyolojisi, s. 96

[7] ARON, Raymond: Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, (Çev: Korkmaz Alemdar), Bilgi Yayınevi, Ankara-1994, s. 374

[8] KARASAN, Mehmet: “Çevirenin Önsözü”, Meslek Ahlâkı, s. VII


[9] SWINGEWOOD, Alan: Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, (Çev: Osman Akınhay), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara-1998, s. 130-131

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder