Aşağıdaki bölüm, İletişim Yayınları tarafından Şubat 2012 tarihinde basılan "Altın Nesil"in Peşinde (http://www.iletisim.com.tr/kitap/altin-nesilin-pesinde/8562#.UxXc_M6PqjY) isimli kitabımın 34 ve 37. sayfalarından alınmıştır:
"Durkheim açısından akıl ve akılcılık söz konusu olduğunda ise o, ahlâkın
laikleşmesinin önemini de şu şekilde açıklamaktaydı; ahlâk laikleştikçe daha
insanî ve rasyonel olmakta, dolayısıyla da daha küllî (genel) bir şekil almaya
doğru gidiyordu; aksine dinden ayrılması ise, dinî şeklini kaybetmesine sebep
oluyor, bu da onun zayıf yanını teşkil ediyordu.[1] Laik ahlâkın
ancak bir din şeklinde ortaya çıktığı zaman kuvvetli bir ahlâk olacağına inanan
Durkheim, eskiden ahlâkımız din iken, gelecekte dinimizin ahlâk olacağını
belirtmekteydi. Durkheim için din ve dinî öğeler (dinsel törenler, semboller,
alışkanlıklar vb’leri), sosyal ahlâk düşüncesini arzulanır kıldıkları ve
toplumsal katmanlar arasındaki ilişkilerde bağlılık sağladıkları oranda
önemliydiler. Bu nedenle de Durkheim, ilkel dinsel inançların pratikleri
yanında onların simgesel ve bütüncül işlevleriyle, yani bu alanın entelektüel
temelleriyle de ilgilendi.[2] İşte bu yüzden
de Durkheim, ahlâk anlayışında olduğu gibi din anlayışında da bir başlangıç fikri düşüncesi taşıyordu.[3] Buna göre,
Durkheim için din üzerine çalışmak demek, dinlerin ilk çıkış noktalarına
giderek yapılacak ilkel din araştırmaları demekti. Çünkü dinlerin geçirdiği
evrimin ilk haline gitmek, o dönemlerdeki dinî inanışların niteliklerini saptamak,
günümüz dinlerini anlayabilmenin öncelikli şartıydı. Durkheim dinlerin değişmez
özelliği olarak kutsal ile kutsal olmayan ayrımının çok belirgin
şekilde gözlenebileceğini söylerken, dinin dünyayı anlamlandırmak için
kullandığı bir ölçüt olduğunu da belirtiyordu. Buna göre insanlar kutsal
şeylere nasıl davranmaları gerektiğini çeşitli dinsel törenler ve eylem
biçimleri yoluyla öğreniyorlardı. Kutsal ve kutsala ait özellikler bu aşamada
yaratılırken, kutsal ya da kutsal olanlarla ilintilendirilen kesin ve kayıtsız
ahlâk kuraları ise, kutsala ait değerlerin içerisinde yer alarak toplum
hayatında köklü bir şekilde yerleşiyordu.
Öte yandan, Durkheim’a göre yeni
toplumun yarattığı tüm sorunların bir başka çözüm yolu da ahlâk hadiselerinin
bilimsel yolla incelenmesiydi, yani ahlâkın bilimini yapmaktı.[4] Durkheim bu
amaçla, ahlâkı da öteki bilim dalları gibi sistemleştirmeye çalışmış, ahlâk
olaylarını tasvir ederek, karşılaştırarak ve sınıflandırarak yeni bir bilimsel
alan yaratmaya çaba harcamıştır. Bunun için de hukuktan yararlandı. Ahlâk ve
hukuku birbirinden ayrılamaz ve birbirlerini tamamlayan olgular olarak gören
Durkheim, ahlâk sosyolojisi adı altında hukuk olaylarını inceledi.[5] Kezâ bu “yeni
bilim”inin amacı, ahlâkî olayları görmek ve açıklamaya çalışmaktı. Bu amaçla
intihar olaylarının toplumdan topluma değişen istatistiksel oranlarını ele alan
Durkheim, bu oranlardaki anormal artışları bir “ahlâk sorunu” olarak
nitelendirdi. Buradan da toplumda meydana gelen bunalımlar ile intihar vakaları
arasında bir ilişki kurmak için bu bunalımların intihar oranlarında yarattığı
değişikliklerden yola çıkarak, intihar nedeninin bireyden çok toplumda aranması
gerektiğini söylemekteydi. Çünkü ona göre, “belirli bir toplumun herhangi bir
çağındaki intihar sayısı, o toplumun o çağındaki ahlâk yapısını belirliyordu.”[6] İncelediği
toplumlardaki intihar olaylarının gözle görülür derecelerde artmasını, bu
toplumların derinden yaşadığı tehlikeli ve hızlı değişime bağlayan Durkheim,
“ahlâkî bozukluğun” toplum yapısının tutulduğu “derin hastalığın” göstergesi
olduğunun da altını çizmekteydi.
Durkheim, ahlâkî bozukluğun toplum yapısında yarattığını düşündüğü hastalığa
çözümü toplumun yaratıcı gücüyle oluşturulabilecek bir sosyal ahlâkta nasıl
bulmuşsa, Weber de “kapitalizm neden başka bir coğrafyada değil de Avrupa’da
ortaya çıktı?” sorusu üzerinden düşünerek Protestan ahlâkının kapitalizme
kurucu davranış kalıpları ürettiği sonucuna varmıştı. Protestan ahlâkı, “batılı
olmayan toplumlarda örneği görülmeyen, yaşam zevklerinden yararlanmak için
değil, her zaman daha fazla üretmek isteğini doyurmak için olabildiğince yüksek
kâr anlayışını doyurmak gibi oldukça tuhaf bir davranışın açıklanmasını” meşru
kılıyordu.[7] Aron burada
Weber’in dinsel bir tutum ile ekonomik bir davranış arasındaki ilişkiyi en
azından olası kılmasını, önemli bir sosyolojik sorunu ortaya çıkarmak olarak
görür. Çünkü bu sorun, dinsel dünya görüşlerinin toplumsal örgütlenmeler ve
bireysel tutumlar üzerindeki etkilerini de anlaşılır kılar ve ayrıca bizim
genel ekonomik tutumları anlamamız için bu bilgiye de ihtiyacımız vardır.
Bunların dışında,
ekonomik yaklaşımın bir ahlâk disiplini olmadan toplum sorunlarına çare
getiremeyeceğine inanan Durkheim’a göre, ekonomik hayat görülmedik bir şekilde
değişip yeni alanlar yaratarak insanları aynı hızla bu alanlara çekerken, bu
alanlarda “barış ve düzen” sağlama piyasanın ellerine bırakılamayacak kadar
önemli bir konuydu. Çünkü, toplum hayatının bütününde böyle önemli yer tutan
bir faaliyet, kendine mahsus bir ahlâk düzeninden mahrum kalamazdı ve ekonomik
hayatın bu şekilde ahlâk dışında kalması, kamu hayatı için tehlikeli bir
durumdu.[8]
Bununla birlikte, Durkheim düşüncesinde sosyalizmin mülkiyet ilişkilerini
yeniden düzenlemesiyle ortaya çıkacak durum da aynı ahlâkî sorunu
çözemeyecekti. Zira modern toplumun krizi, maddî çıkarların çatışmasından
kaynaklanan bir kriz değildi ve sınıfsal gerginlik biçimi olarak mülk sahipliği sorunu asıl problem
karşısında talî bir konumda kalıyordu ve buradaki mesele toplumun ahlâkî
yapısını yeniden şekillendirme meselesiydi.[9]
Anlaşılan o ki, sosyal alanda mülkiyet ilişkilerinin düzenlenmesinin bir ahlâk disiplini
olmadan sağlanamayacağına inanan Durkheim, bu disiplinin yokluğunda bireylerin
doymak bilmez bir iştahla birbirleriyle çatışacağını ve böylelikle de aynı
bireylerin sosyal bir düzen içerisinde tutamayacağının altını kalın bir şekilde
çizme gereği duydu."
[1] KARASAN, Mehmet: “Çevirenin Önsözü”, Meslek Ahlâkı, s. XII
[2] HAWKINS, M. F. : “Comte, Durkheim and The Sociology
of Primitive Religion”, Sociological
Review, Vol. 27, No: 3, 1979, s. 430
[3] DURKHEIM, Émile: Sosyolojik
Yöntemin Kuralları, (Çev: Cenk Saraçoğlu), Bordo-Siyah Klasik Yayınlar,
İstanbul-2003, s. 84-85
[4] KARASAN, Mehmet: “Çevirenin Önsözü”, Meslek Ahlâkı, s. XIII ve XIV
[5] KÖSEMİHAL, Nurettin Şazi: Durkheim Sosyolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul-1971, s. 56
[6] KÖSEMİHAL, Nurettin Şazi: Durkheim Sosyolojisi, s. 96
[7] ARON, Raymond: Sosyolojik
Düşüncenin Evreleri, (Çev: Korkmaz Alemdar), Bilgi Yayınevi, Ankara-1994,
s. 374
[8] KARASAN, Mehmet: “Çevirenin Önsözü”, Meslek Ahlâkı, s. VII
[9] SWINGEWOOD, Alan: Sosyolojik
Düşüncenin Kısa Tarihi, (Çev: Osman Akınhay), Bilim ve Sanat Yayınları,
Ankara-1998, s. 130-131
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder