3 Mayıs 2014 Cumartesi

YAPISALCI MARKSİZM ÜZERİNE / Kısa Değinmeler


Yapısalcı Marksizm, genelde, Louis Althusser ve Nicos Poulantzas’ın katkılarıyla şekillenmiş bir Marksizm yorumudur. Marksizm’in bu yapısalcı yorumu, Marksist yapısalcılığın anti-hümaniter çizgide bulunan özgün bir biçimi olarak ortaya çıkmıştır ve bunun öncüsü de Marx’ın radikal bir biçimde hem yeni hem de bilimsel bir okumasını öneren Althusser’dir.1  Althusser Marx okumaları, Marksist bilimin doğasını kesin bir biçimde ortaya koyma çabası ile Marx’ın düşünsel gelişimini ele alma durumunu içerir.

Bu sebeple Althusser reddetse bile çalışmalarında “yapısalcı” öğeler mevcuttur ve belirli “yapısalcılar”dan etkilendiği de bilinmektedir. Meselâ, yapısalcılığa göre, yapı, öğelerin basit bir toplamı değildir; yapısal dönüşüm olmakla birlikte yapılar "statik değildir"; dinamiktir ve yeni öğelerin yapıya girip değişmesinin usullerini belirleyen yasalarla yönlendirilmişlerdir. Üstelik yapının anlamı, içsel yasalar ve kuralları ile kendine içkindir. Buna göre de, toplumsal olguların bir anlamı olması isteniyorsa, teorik bir söylemde yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Yapısalcılık, gerçekliği, şeyler ve toplumsal olgular temelinde değil, öğeler arasındaki ilişkilere dayanarak açıklar. Kısacası yapısalcılığın temel ilkesi, gözlemlenebilir olan bir şeyin, ancak temelindeki bir yapı ya da düzenle ilintili olduğu kadarıyla anlam taşımasıdır.2 Oysa ki, yapısalcı Marksistler’e göre yapı, alt sistemleri ile birlikte bütün bir toplumsal sistemdir ve tüm toplumsal sistemi kapsayan bu yapı, belli bir süreç içerisinde kendi iç çelişkileri ile birlikte ortaya çıkacaktır.

Bu açıklamanın ışığında Althusser’e göre Marksizm, toplumsal formasyonların bilimi, onların iç mantığının, çeşitli düzeyleri ya da yapıları arasındaki ilişkilerin incelenmesidir. Althusser’de herhangi bir toplumsal formasyonun (kapitalizm, sosyalizm vb.) özgül doğası, ekonomik, politik, hukuksal ve ideolojik pratiklerden meydana gelen karmaşık bir totallik olduğu için, “insanları, araçları, teknik yönetimi” harekete geçiren “dönüştürücü emek” perspektifiyle analiz edilmelidir.3 Zaten özcü bir toplumsal nosyonu varsayan Althusser ve yapısalcı Marksizm ekolü, toplumsal totalliği tek bir öğede, “emek-sermaye” ya da insanın yabancılaşmasını ifade ettiğini öngörür ve bu yönüyle de ortodoks Marksizm’in temel üst yapı modelini baştan reddeder.

Bu nedenle, yapısalcılığın, yapının dönüşüm içinde olması ve dinamikliği ile bunların belirli yasalarla gerçekleşmesi fikri, yapısalcı Marksist düşünceye aktarılırken Marksizm’in temelinde yer alan üst yapısal modelin reddi şeklinde ortaya çıkmıştır. Çünkü yapısalcı Marksistler, ekonomik determinizme de karşıdırlar. Onlar için temel çıkış noktası, toplumun objektif noktalarıdır (ekonomi, politika vb. gibi). Bugünkü toplumların bir birikim sonucu ortaya çıktıklarına inanırlar ve bu birikimin oluşturduğu statik yapıların incelenmesi ile yaşadığımız toplumun anlaşılır kılınabileceğini öngörürler. Zaten yapısalcılıktan devralınan bir miras olarak da yapısalcı Marksistler, tarihin bilinmesini mevcut toplumun anlaşılmasına bağlamaktadırlar.

Bununla birlikte, ekonomi, politik, ideoloji, kültür vb.’nin her biri kendi toplumsal pratikleri içinde varolmuşlardır. Yapısalcı Marksistler’e göre, bunların özgül tarihleri vardır ve birbirleri ile ilişki içerisindedirler. Fakat burada tüm pratikler arası ilişkiler eş zamanlı olarak düşünülmüştür ve ekonomik pratiklerle sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yapısalcı Marksistler için ekonomi, her pratiğin bu temele indirgenerek açıklanabileceği bir çıkış noktası ya da empirik bir veri kaynağı da değildir. Sadece diğer toplumsal pratiklerle ilişki içinde olan, belirleyici bir maddi üretim biçimidir.

Yine de, bilhassa Althusser, “toplumsal formasyonların göreli özerklik taşıyan düzeyleri kapsadığını düşünmesine rağmen, ‘son kertede’ ekonomik düzeyin belirleyici olduğu ve dolayısıyla hakim konumda kaldığı görüşündedir. İşte bu ‘egemen yapı nosyonu’, Althusser’in, aynı zamanda çoğulcu bir toplumsal formasyon anlayışını savunmakla birlikte, ekonomik düzeyin önceliğine yapılan geleneksel Marksist vurguyu korumasına neden olmaktadır.” 4

Öte yandan, yapısalcı Marksizm içinde yapısalcılığın izleri Althusser’in “üretim tarzı” üzerine yaptığı çalışmasında da görülmektedir. Althusser’in çalışmasının sonuçlarından birisi de, “Marksist teoride üretim tarzı kavramının ve onun üst yapısıyla, ayrıca ideoloji teorisiyle ilişkisinin vurgulanmasına giderek daha çok ağırlık vermesiydi. Althusser’e göre, üretim tarzı, ekonomik olan dahil olmak üzere, çeşitli ve farklı yapılardan oluşuyordu. Bir üretim tarzını başka bir üretim tarzından farklılaştıran şey, bu yapıların birleşme şekliydi. Örneğin, kapitalist üretim tarzı özgül bir ekonomik yapı (emekçi, üretim araçları vb.) ile üstyapının bir parçası olan rasyonel, hukuksal bir sistemden oluşmaktadır. Ekonomik yapı, mülkiyet ve sözleşmeyle bağlı olan çeşitli yasaların özgüllüğünü belirler. Sosyalist bir üretim tarzında ise ekonomi ile hukukun farklı bir kombinasyonu görülür... Althusser’in yapısalcılığı insan özneyi ve insan eylemini yapılardan ayırdığı için, bu sürecin sonuçlarından birisi, toplumsal formasyonun ve onun düzeylerinin şeyleşmesi, sistemin birey karşısında egemenliği ve sistemin kapalı kalma eğiliminin, tüm diyalojik iletişim ilişkilerini koparmış olmasıdır.” 5 Zaten üretim ilişkileri, tarihsel sürecin öznesidir. Yapı kendisini sürekli üretmek zorunluluğu içindedir. Bu nedenle de üretim sürecinde aktif bir yere sahip olmalarına rağmen insanlar bu sürecin özneleri değillerdir. “Üretim ajanları” üretim sisteminin işlevlerinin “destekleyicileri” veya “taşıyıcıları” olmaktan öte bir şey değildirler. Ama insanlar bu sürecin basitçe objeleri de değildirler, çünkü bireyler üzerinde baskıda bulunan objektif gereksinmeler, insanların subjektif amaçları haline gelmektedir. 6

Dahası, bu bağlamda Althusser’in ideoloji üzerine yaptığı çalışmalar da önem kazanmaktadır. Althusser, geleneksel Marksizm’in ideoloji analizini (çarpıtılmış; yanlış bilinç; yanılsama vb.) reddeder. Bu türden bir analizin ideolojinin gerçek kaynağını deneyim ya da özneye kaydırdığını söyler; oysa gerçek kaynak, nesnel ve maddi gerçekliktir. Nesnel bir ideolojik yapı olarak ideoloji, öznenin eylemleri ve bilincine indirgenemez. Bireylerin kendi varoluşlarının “gerçek” koşulları ile “hayali” ilişkilerini temsil eden ideoloji, tüm toplumsal formasyonların asli bir öğesini oluşturur, çünkü toplumsal birlik, sadece ideolojinin “pratik-toplumsal” işlevleri ile mümkündür. 7 Althusser’e göre ideoloji sınıf çatışmasının zeminini oluşturmaktadır. İdeolojik devlet aygıtları, üretim ilişkilerini üreterek yerleşik düzene boyun eğişi kolaylaştırır ve kalıcı hâle getirir. Bu yönüyle Althusser’in ideoloji yorumu da yapısalcılıktan etkilenmiştir. Althusser, yapının sürekli yeniden üretiminin, ideoloji burada bir “yeniden üretim biçimidir”, objektif gereklilikleri olduğunu ileri sürer. Bu nedenle de insanlar ideolojinin üreticisi olmalarına rağmen ideolojinin farkına varamazlar.

Öte yandan, yapısalcı Marksizm’e önemli katkıları olan diğer bir düşünür de Nicos Poulantzas’tır. Poulantzas, kendisini “Marksist bir yapısalcı” olarak tanımlar. Çünkü somut bireylerin ve yaratıcı kişilerin rolüne; insan özgürlüğüne ve eylemine; özgür iradeye ve insanın seçme yeteneğine vb. önem vermediğini söyler. 8 Onun için önemli olan “sınıf fraksiyonları” ve “iktidar bloku” gibi görece yeni kavramlardır; bu nedenle de bu kavramları tartışma alanına getirmiştir. Devleti de bir “yapı” olarak alan Poulantzas, devlet içerisindeki “sınıf fraksiyonları” ile “iktidar bloku”nun işleyişi üzerine “bir devlet teorisi” ortaya çıkararak, sosyolojik analizlere girişmiştir.

Öyle ki, Poulantzas’a göre, kapitalist devlet kapitalizmin uzun vadeli çıkarlarını savunmak için kapitalist sınıflardan “göreli bir bağımsızlığa” sahip olmalıdır. Buna göre, devlet sınıf iktidarının bir çeşit nesnel zorunluluğu olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca ideolojik pratik de devletin bir parçası haline gelmiştir. O zaman da, siyasal kavgada yenik düşen bir sınıf “ideolojik üretim”de egemenliğini koruduğu sürece varlığını hâlâ sürdürebilmektedir. Bu da devletin o sınıf için çok da zorunlu olmadığını imâ eder. 9 Poulantzas sorunun açıklamasını yaparken, bir sınıfın bir toplumsal formasyon içinde, ayrı ve özerk bir sınıf olarak ve toplumsal bir gücü ifade ederek, ancak “üretim ilişkileri”yle, “ekonomik varoluş”la, “özgül bir varlık şeklinde başka düzeylerde de yansıması” ile ele alınabileceğini belirtir. 10 Poulantzas bu yorumuyla “bir yapı olarak devlet” kavramının eriyebileceğini de söylemektedir.

Poulantzas “toplumsal gerçekliğin” ekonomik temele indirgenmesinin, özgül bir devlet incelemesini gereksizleştirdiğini belirtir. Buna paralel olarak, ekonomizm, toplumsal sistemdeki her değişimin ilk önce ekonomide meydana geldiğini ve siyasal eylemin asıl hedefinin ekonomi olması gerektiğini kabul eder. Özgül bir devletin incelenmesi bu nedenle gereksizdir. 11 Ayrıca bu bizi ekonomik determinizm tehlikesinden de kurtaracaktır.

Poulantzas, Althusser’den farklı olarak “yeni kavramlar”ın üretilmesini önerir. Çünkü bu kavramlar, başka bir sorunsalın paralel kavramlarını eleştirmekte kullanılacaktır. Ancak bu yeni kavramlar aracılığıyla eski kavramlar “somut gerçeklik”le yüzleştirilebilir. Zaten burjuva kavramlarıyla “devlet teorisi” gibi bir alanı oluşturmak, burjuva ideolojisi ile aynı alana yerleşmek anlamına gelmektedir. Geçerli olan, Marxist teorinin “kavram”larıyla burjuva sorunsalını yıkmaktır. 12

Kavram da dile ait bir içerik olduğu için, dillerin kökenini inceleyen yapısalcı ekol, Poulantzas’ı etkilemiştir. Poulantzas’ın burjuva kavramlarına bakışı, bu kavramların sabit değil, dinamik ve yeni öğelerle zenginleşen, bunun da bir kurallar bütünü oluşturduğu şeklindedir. Aslında burada “kavram” bir dilsel yapıdır ve kapitalizm kendi kavramlarını kurarak, bunların içini yeni öğelerle doldurarak zenginleştirmektedir. Dolayısıyla kapitalizmin kavramlarıyla konuştuğumuzda, kapitalizmi hem üretmiş hem de onun sınırları içinde sıkışıp kalmış olmaktayız.

Fakat bu kavramların açıklanmasına girişildiğinde Poulantzas, “tarihi açıklamak için başvuracağımız ilke”yi belirtir. Bunların “insanın özü” mü, yoksa “nesnel yapılar” mı olduğunu sorar. O’na göre, birinci ilkeden yola çıktık mı, hümanist ya da tarihselci sorunsallara gireriz. Bu da bir “burjuva ideolojisi”dir. İkinci ilke ise bizi yapısalcılığın çerçevesine sokar. 13

Bu açıdan bakıldığında yapısalcı Marksizm, bir tarihselcilikten kopuş ve tarihselciği yadsıma şeklidir. Oysa ki, yapısalcılığın tarih anlayışı Antikçağın döngüsel tarih anlayışına dayanır. İnsanlığın sürekli ilerleyen bir gelişim süreci olarak alındığı yapısalcılık için tarih, genel bir açıklama yapılabilecek bir süreklilik ve düzenlilik değildir. Tarihte tüm tarihe yayılmış temel olgular da yoktur. Buna karşın, bilhassa Althusser, yapısalcılığın bu döngüsel tarih anlayışından sıyrılmaya çalışarak, tarihsel gelişimi “insani eylemleri önceden belirleyen büyük yapıların dönüşümü” olarak görmek ister. 14 Çünkü yapısalcılar için tarih geçmişte kalmış dilbilimsel, etnografik ve kültürel bir depo iken, yapısalcı Marksistler’e göre tarih, nedensel veya çizgisel değil, yapısaldır. Yapı, tarihsel gelişim süreci içerisinde, kendi iç çelişkileri ile birlikte varolan bir şeydir. Tarih bilinirse mevcut toplum ancak o zaman anlaşılabilir. Eğer tersi olursa, insan öznesi ve eylemi yapılardan ayrıldığı için, bu sürecin sonuçlarından birisi, toplumsal formasyonun ve onun düzeylerinin şeyleşmesi, sistemin birey karşısında egemenlidir.

Sonuç olarak, yukarıda da gördüğümüz gibi, yapısalcı Marksizm, yapısalcılığın kimi özelliklerinden etkilenmiş olsa da, birçok anlayışı bakımından da farklılıklar göstermektedir. Yapısalcı Marxizm, Marksist düşünceden bir kopuş olarak değil, Marksizm’e bir katkıdır. Kısacası, Marksist ekonomi-politik anlayışını yapısalcı bir açıdan yorumlama girişimidir. Üzerinde yapılan tartışmaların düzeyine bakılırsa, yapısalcı Marksistler’in bunda da başarılı oldukları söylenebilir.




1 SWINGEWOOD, Alan (1998):  Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi ,  Bilim ve Sanat Yay., Ankara , s: 358
2 SWINGEWOOD, Alan  , a.g.e. , s: 347-348
3 SWINGEWOOD, Alan  ,  a.g.e. , s: 358
4SWINGEWOOD, Alan , a.g.e. ,  s: 359
5 SWINGEWOOD, Alan , a.g.e. ,  s: 359-360
6 KEAT, Russel & URRY, John(1994): Bilim Olarak Sosyal Teori  ,  İmge Kitabevi, Ankara ,  s: 165
7 SWINGEWOOD,Alan , a.g.e. , s: 360-361
8 POULANTZAS, Nicos (1990): “Kapitalist Devlet/Miliband ve Laclau’ya Cevap” adlı makale, Kapitalist Devlet Sorunu, İletişim Yay., İstanbul,  s: 151
9 POULANTZAS, Nicos , a.g.e. ,  s: 113
10 POULANTZAS, Nicos , a.g.e. ,  s: 116
11 POULANTZAS, Nicos , a.g.e. , s: 14
12 POULANTZAS,Nicos , a.g.e. ,  s: 16-17
13 POULANTZAS, Nicos,  a.g.e. , s: 152
14 ÖZLEM, Doğan (1996): Tarih Felsefesi , Anahtar Kitaplar, Ankara, s: 171

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder