Yapısalcı Marksizm, genelde, Louis Althusser ve Nicos
Poulantzas’ın katkılarıyla şekillenmiş bir Marksizm yorumudur. Marksizm’in bu
yapısalcı yorumu, Marksist yapısalcılığın anti-hümaniter çizgide bulunan özgün
bir biçimi olarak ortaya çıkmıştır ve bunun öncüsü de Marx’ın radikal bir
biçimde hem yeni hem de bilimsel bir okumasını öneren Althusser’dir.1
Althusser Marx okumaları, Marksist bilimin doğasını kesin bir biçimde ortaya koyma
çabası ile Marx’ın düşünsel gelişimini ele alma durumunu içerir.
Bu sebeple Althusser
reddetse bile çalışmalarında “yapısalcı” öğeler mevcuttur ve belirli
“yapısalcılar”dan etkilendiği de bilinmektedir. Meselâ, yapısalcılığa göre,
yapı, öğelerin basit bir toplamı değildir; yapısal dönüşüm olmakla birlikte
yapılar "statik değildir"; dinamiktir ve yeni öğelerin yapıya girip değişmesinin
usullerini belirleyen yasalarla yönlendirilmişlerdir. Üstelik yapının anlamı,
içsel yasalar ve kuralları ile kendine içkindir. Buna göre de, toplumsal
olguların bir anlamı olması isteniyorsa, teorik bir söylemde yeniden inşa
edilmesi gerekmektedir. Yapısalcılık, gerçekliği, şeyler ve toplumsal olgular
temelinde değil, öğeler arasındaki ilişkilere dayanarak açıklar. Kısacası
yapısalcılığın temel ilkesi, gözlemlenebilir olan bir şeyin, ancak temelindeki
bir yapı ya da düzenle ilintili olduğu kadarıyla anlam taşımasıdır.2 Oysa ki, yapısalcı Marksistler’e göre
yapı, alt sistemleri ile birlikte bütün bir toplumsal sistemdir ve tüm
toplumsal sistemi kapsayan bu yapı, belli bir süreç içerisinde kendi iç
çelişkileri ile birlikte ortaya çıkacaktır.
Bu açıklamanın
ışığında Althusser’e göre Marksizm, toplumsal formasyonların bilimi, onların iç
mantığının, çeşitli düzeyleri ya da yapıları arasındaki ilişkilerin
incelenmesidir. Althusser’de herhangi bir toplumsal formasyonun (kapitalizm,
sosyalizm vb.) özgül doğası, ekonomik, politik, hukuksal ve ideolojik
pratiklerden meydana gelen karmaşık bir totallik olduğu için, “insanları,
araçları, teknik yönetimi” harekete geçiren “dönüştürücü emek” perspektifiyle
analiz edilmelidir.3 Zaten özcü bir toplumsal
nosyonu varsayan Althusser ve yapısalcı Marksizm ekolü, toplumsal totalliği tek
bir öğede, “emek-sermaye” ya da insanın yabancılaşmasını ifade ettiğini öngörür
ve bu yönüyle de ortodoks Marksizm’in temel üst yapı modelini baştan reddeder.
Bu nedenle,
yapısalcılığın, yapının dönüşüm içinde olması ve dinamikliği ile bunların
belirli yasalarla gerçekleşmesi fikri, yapısalcı Marksist düşünceye aktarılırken
Marksizm’in temelinde yer alan üst yapısal modelin reddi şeklinde ortaya
çıkmıştır. Çünkü yapısalcı Marksistler, ekonomik determinizme de karşıdırlar. Onlar
için temel çıkış noktası, toplumun objektif noktalarıdır (ekonomi, politika vb.
gibi). Bugünkü toplumların bir birikim sonucu ortaya çıktıklarına inanırlar ve
bu birikimin oluşturduğu statik yapıların incelenmesi ile yaşadığımız toplumun
anlaşılır kılınabileceğini öngörürler. Zaten yapısalcılıktan devralınan bir
miras olarak da yapısalcı Marksistler, tarihin bilinmesini mevcut toplumun
anlaşılmasına bağlamaktadırlar.
Bununla
birlikte, ekonomi, politik, ideoloji, kültür vb.’nin her biri kendi toplumsal
pratikleri içinde varolmuşlardır. Yapısalcı Marksistler’e göre, bunların özgül tarihleri vardır ve birbirleri ile
ilişki içerisindedirler. Fakat burada tüm pratikler arası ilişkiler eş zamanlı
olarak düşünülmüştür ve ekonomik pratiklerle sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yapısalcı
Marksistler için ekonomi, her pratiğin bu temele indirgenerek açıklanabileceği
bir çıkış noktası ya da empirik bir veri kaynağı da değildir. Sadece diğer
toplumsal pratiklerle ilişki içinde olan, belirleyici bir maddi üretim
biçimidir.
Yine de,
bilhassa Althusser, “toplumsal formasyonların göreli özerklik taşıyan düzeyleri
kapsadığını düşünmesine rağmen, ‘son kertede’ ekonomik düzeyin belirleyici
olduğu ve dolayısıyla hakim konumda kaldığı görüşündedir. İşte bu ‘egemen yapı
nosyonu’, Althusser’in, aynı zamanda çoğulcu bir toplumsal formasyon anlayışını
savunmakla birlikte, ekonomik düzeyin önceliğine yapılan geleneksel Marksist
vurguyu korumasına neden olmaktadır.” 4
Öte yandan,
yapısalcı Marksizm içinde yapısalcılığın izleri Althusser’in “üretim tarzı”
üzerine yaptığı çalışmasında da görülmektedir. Althusser’in çalışmasının
sonuçlarından birisi de, “Marksist teoride üretim tarzı kavramının ve onun üst
yapısıyla, ayrıca ideoloji teorisiyle ilişkisinin vurgulanmasına giderek daha
çok ağırlık vermesiydi. Althusser’e göre, üretim tarzı, ekonomik olan dahil
olmak üzere, çeşitli ve farklı yapılardan oluşuyordu. Bir üretim tarzını başka
bir üretim tarzından farklılaştıran şey, bu yapıların birleşme şekliydi.
Örneğin, kapitalist üretim tarzı özgül bir ekonomik yapı (emekçi, üretim
araçları vb.) ile üstyapının bir parçası olan rasyonel, hukuksal bir sistemden
oluşmaktadır. Ekonomik yapı, mülkiyet ve sözleşmeyle bağlı olan çeşitli
yasaların özgüllüğünü belirler. Sosyalist bir üretim tarzında ise ekonomi ile
hukukun farklı bir kombinasyonu görülür... Althusser’in yapısalcılığı insan
özneyi ve insan eylemini yapılardan ayırdığı için, bu sürecin sonuçlarından
birisi, toplumsal formasyonun ve onun düzeylerinin şeyleşmesi, sistemin birey
karşısında egemenliği ve sistemin kapalı kalma eğiliminin, tüm diyalojik
iletişim ilişkilerini koparmış olmasıdır.” 5
Zaten üretim ilişkileri, tarihsel sürecin öznesidir. Yapı kendisini sürekli
üretmek zorunluluğu içindedir. Bu nedenle de üretim sürecinde aktif bir yere
sahip olmalarına rağmen insanlar bu sürecin özneleri değillerdir. “Üretim
ajanları” üretim sisteminin işlevlerinin “destekleyicileri” veya “taşıyıcıları”
olmaktan öte bir şey değildirler. Ama insanlar bu sürecin basitçe objeleri de
değildirler, çünkü bireyler üzerinde baskıda bulunan objektif gereksinmeler,
insanların subjektif amaçları haline gelmektedir. 6
Dahası, bu bağlamda
Althusser’in ideoloji üzerine yaptığı çalışmalar da önem kazanmaktadır.
Althusser, geleneksel Marksizm’in ideoloji analizini (çarpıtılmış; yanlış
bilinç; yanılsama vb.) reddeder. Bu türden bir analizin ideolojinin gerçek
kaynağını deneyim ya da özneye kaydırdığını söyler; oysa gerçek kaynak, nesnel
ve maddi gerçekliktir. Nesnel bir ideolojik yapı olarak ideoloji, öznenin
eylemleri ve bilincine indirgenemez. Bireylerin kendi varoluşlarının “gerçek”
koşulları ile “hayali” ilişkilerini temsil eden ideoloji, tüm toplumsal
formasyonların asli bir öğesini oluşturur, çünkü toplumsal birlik, sadece
ideolojinin “pratik-toplumsal” işlevleri ile mümkündür. 7
Althusser’e göre ideoloji sınıf çatışmasının zeminini oluşturmaktadır. İdeolojik devlet aygıtları, üretim ilişkilerini üreterek yerleşik düzene boyun
eğişi kolaylaştırır ve kalıcı hâle getirir. Bu yönüyle Althusser’in ideoloji
yorumu da yapısalcılıktan etkilenmiştir. Althusser, yapının sürekli yeniden
üretiminin, ideoloji burada bir “yeniden üretim biçimidir”, objektif
gereklilikleri olduğunu ileri sürer. Bu nedenle de insanlar ideolojinin
üreticisi olmalarına rağmen ideolojinin farkına varamazlar.
Öte yandan,
yapısalcı Marksizm’e önemli katkıları olan diğer bir düşünür de Nicos
Poulantzas’tır. Poulantzas, kendisini “Marksist bir yapısalcı” olarak tanımlar.
Çünkü somut bireylerin ve yaratıcı kişilerin rolüne; insan özgürlüğüne ve
eylemine; özgür iradeye ve insanın seçme yeteneğine vb. önem vermediğini
söyler. 8 Onun için önemli olan “sınıf
fraksiyonları” ve “iktidar bloku” gibi görece yeni kavramlardır; bu nedenle de
bu kavramları tartışma alanına getirmiştir. Devleti de bir “yapı” olarak alan
Poulantzas, devlet içerisindeki “sınıf fraksiyonları” ile “iktidar bloku”nun
işleyişi üzerine “bir devlet teorisi” ortaya çıkararak, sosyolojik analizlere girişmiştir.
Öyle ki,
Poulantzas’a göre, kapitalist devlet kapitalizmin uzun vadeli çıkarlarını
savunmak için kapitalist sınıflardan “göreli bir bağımsızlığa” sahip olmalıdır.
Buna göre, devlet sınıf iktidarının bir çeşit nesnel zorunluluğu olarak ortaya
çıkmaktadır. Ayrıca ideolojik pratik de devletin bir parçası haline gelmiştir.
O zaman da, siyasal kavgada yenik düşen bir sınıf “ideolojik üretim”de
egemenliğini koruduğu sürece varlığını hâlâ sürdürebilmektedir. Bu da devletin
o sınıf için çok da zorunlu olmadığını imâ eder. 9
Poulantzas sorunun açıklamasını yaparken, bir sınıfın bir toplumsal formasyon
içinde, ayrı ve özerk bir sınıf olarak ve toplumsal bir gücü ifade ederek,
ancak “üretim ilişkileri”yle, “ekonomik varoluş”la, “özgül bir varlık şeklinde
başka düzeylerde de yansıması” ile ele alınabileceğini belirtir. 10 Poulantzas bu yorumuyla “bir yapı
olarak devlet” kavramının eriyebileceğini de söylemektedir.
Poulantzas
“toplumsal gerçekliğin” ekonomik temele indirgenmesinin, özgül bir devlet incelemesini
gereksizleştirdiğini belirtir. Buna paralel olarak, ekonomizm, toplumsal
sistemdeki her değişimin ilk önce ekonomide meydana geldiğini ve siyasal
eylemin asıl hedefinin ekonomi olması gerektiğini kabul eder. Özgül bir
devletin incelenmesi bu nedenle gereksizdir. 11
Ayrıca bu bizi ekonomik determinizm tehlikesinden de kurtaracaktır.
Poulantzas,
Althusser’den farklı olarak “yeni kavramlar”ın üretilmesini önerir. Çünkü bu
kavramlar, başka bir sorunsalın paralel kavramlarını eleştirmekte kullanılacaktır.
Ancak bu yeni kavramlar aracılığıyla eski kavramlar “somut gerçeklik”le
yüzleştirilebilir. Zaten burjuva kavramlarıyla “devlet teorisi” gibi bir alanı
oluşturmak, burjuva ideolojisi ile aynı alana yerleşmek anlamına gelmektedir.
Geçerli olan, Marxist teorinin “kavram”larıyla burjuva sorunsalını yıkmaktır. 12
Kavram da dile
ait bir içerik olduğu için, dillerin kökenini inceleyen yapısalcı ekol,
Poulantzas’ı etkilemiştir. Poulantzas’ın burjuva kavramlarına bakışı, bu
kavramların sabit değil, dinamik ve yeni öğelerle zenginleşen, bunun da bir
kurallar bütünü oluşturduğu şeklindedir. Aslında burada “kavram” bir dilsel
yapıdır ve kapitalizm kendi kavramlarını kurarak, bunların içini yeni öğelerle
doldurarak zenginleştirmektedir. Dolayısıyla kapitalizmin kavramlarıyla
konuştuğumuzda, kapitalizmi hem üretmiş hem de onun sınırları içinde sıkışıp
kalmış olmaktayız.
Fakat bu
kavramların açıklanmasına girişildiğinde Poulantzas, “tarihi açıklamak için
başvuracağımız ilke”yi belirtir. Bunların “insanın özü” mü, yoksa “nesnel
yapılar” mı olduğunu sorar. O’na göre, birinci ilkeden yola çıktık mı, hümanist
ya da tarihselci sorunsallara gireriz. Bu da bir “burjuva ideolojisi”dir.
İkinci ilke ise bizi yapısalcılığın çerçevesine sokar. 13
Bu açıdan bakıldığında
yapısalcı Marksizm, bir tarihselcilikten kopuş ve tarihselciği yadsıma şeklidir.
Oysa ki, yapısalcılığın tarih anlayışı Antikçağın döngüsel tarih anlayışına
dayanır. İnsanlığın sürekli ilerleyen bir gelişim süreci olarak alındığı
yapısalcılık için tarih, genel bir açıklama yapılabilecek bir süreklilik ve
düzenlilik değildir. Tarihte tüm tarihe yayılmış temel olgular da yoktur. Buna
karşın, bilhassa Althusser, yapısalcılığın bu döngüsel tarih anlayışından
sıyrılmaya çalışarak, tarihsel gelişimi “insani eylemleri önceden belirleyen
büyük yapıların dönüşümü” olarak görmek ister. 14
Çünkü yapısalcılar için tarih geçmişte kalmış dilbilimsel, etnografik ve
kültürel bir depo iken, yapısalcı Marksistler’e göre tarih, nedensel veya
çizgisel değil, yapısaldır. Yapı, tarihsel gelişim süreci içerisinde, kendi iç
çelişkileri ile birlikte varolan bir şeydir. Tarih bilinirse mevcut toplum
ancak o zaman anlaşılabilir. Eğer tersi olursa, insan öznesi ve eylemi
yapılardan ayrıldığı için, bu sürecin sonuçlarından birisi, toplumsal
formasyonun ve onun düzeylerinin şeyleşmesi, sistemin birey karşısında
egemenlidir.
Sonuç olarak,
yukarıda da gördüğümüz gibi, yapısalcı Marksizm, yapısalcılığın kimi
özelliklerinden etkilenmiş olsa da, birçok anlayışı bakımından da farklılıklar
göstermektedir. Yapısalcı Marxizm, Marksist düşünceden bir kopuş olarak değil,
Marksizm’e bir katkıdır. Kısacası, Marksist ekonomi-politik anlayışını yapısalcı
bir açıdan yorumlama girişimidir. Üzerinde yapılan tartışmaların düzeyine
bakılırsa, yapısalcı Marksistler’in bunda da başarılı oldukları söylenebilir.
2
SWINGEWOOD, Alan , a.g.e. , s: 347-348
4SWINGEWOOD, Alan , a.g.e. , s: 359
5 SWINGEWOOD, Alan , a.g.e. , s: 359-360
7 SWINGEWOOD,Alan , a.g.e. , s: 360-361
8 POULANTZAS, Nicos (1990): “Kapitalist Devlet/Miliband ve Laclau’ya Cevap” adlı makale, Kapitalist Devlet Sorunu, İletişim
Yay., İstanbul, s: 151
9 POULANTZAS, Nicos , a.g.e. , s: 113
10 POULANTZAS, Nicos , a.g.e. , s: 116
11 POULANTZAS, Nicos , a.g.e. , s: 14
12 POULANTZAS,Nicos , a.g.e. , s: 16-17
14 ÖZLEM, Doğan (1996): Tarih Felsefesi , Anahtar Kitaplar, Ankara, s: 171
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder