2006 yılı enflasyon
hedeflerinin %5 e göre ayarlandığı Türkiye’de, geçen hafta müze ve ören yerleri
giriş ücretlerine sessiz sedasız %350 zam yapıldı. Ekmek ve benzin gibi temel
maddelere zam yapıldığında hemen tepki gösteren veya sağduyusu ile meşhur halkımız
bu muhteşem zamla pek ilgilenmedi.
Fakat bu olayda zam kadar “dünyanın her yerini
gezen” Kültür Bakanı Atilla Koç’un söyledikleri de önemliydi: “Dünyanın hiçbir
yerinde yerliye ucuz, yabancıya pahalı
fiyat uygulaması yok. Yabancı ülkelerin bu konuda tepkileri vardı. AB’ye
girdiğimizde zaten bu fark ortadan kalkacaktı. Ama biz bu uygulamayı şimdiden kaldırdık. Ancak önümüzdeki günlerde
yerli turistin müzeleri gezmesini teşvik edici uygulamalar başlatacağız.”
Yani Kültür Bakanı
zamma gerekçe olarak gösterdiği ayrımı, “AB müzakerelerinde bu ayrım ortadan
kalkmadan biz kaldırdık” diyerek Bakanlığı’nın AB’ye uyumundaki göz kamaştırıcı
hızını bizlere zam şeklinde yansıttı. Ayrıca Bakan açıklamasında “teşvik edecek
yeni uygulamalar başlatacağız” diyerek iyiden iyiye müthiş bir promosyon
takipçisi olan ülke insanlarına da sürprizleri olduğu müjdesini verdi(?).
Halbuki madalyonun
öteki yanını çevirdiğimizde ise, bir çok soruyla karşılaşıyoruz. İlginin
artması için giriş ücretlerinden daha büyük bir teşvik olabilir mi? Yani amaç
gerçekten teşvikse ve bu konuya bu kadar “iyi niyetle” yaklaşılıyorsa, teşvik için yapılacak şey zam mı olmalıydı? Ya
da zaten tüketimi oldukça az olan bir ürün için bu korkunç zamdan sonra mı promosyon yapılmalıdır? Kültür hizmeti
olmadığına göre, bu nasıl bir tüccarlıktır? Yoksa “Türk misafirperverliği”
denilen şey aslında bu mudur?
“Yerli turist”lerin
müze ve ören yerleri giriş fiyatlarının %350 arttırılması uygulamasında, birkaç
YTL’ye bile kıyamayan ülke insanının 10 YTL’lik bir fiyatı birincil ihtiyaç
olarak hiçbir zaman düşünmedikleri bir alana nasıl vereceği, anlaşılan Bakanlığı
hiç ilgilendirmiyor. Her fırsatta ülke insanlarını, ülkenin uygarlığını, tarihini,
kültürünü bilmemekle, çevresini tanımamakla ve bunlar arasında neden-sonuç
ilişkilerini kuramamakla suçlayan milliyetçi
hissiyat sahibi iktidar sahipleri, nedense
bu uygulamalarla insanları
eleştirdikleri şeylerin daha çok içine atmaya çalışıyorlar. Küçük şark kurnazlıkları
veya pek de inandırıcı gözükmeyen oyunlar ile yeni eleştiri alanları
yaratıyorlar.
Oysa, Uluslararası
Müzeler Konseyinin (ICOM) 1995 tarihli
18. Genel Kurulu’nda kabul gören tanıma göre müzeler “toplumun ve gelişimin
hizmetinde olan, halka açık, insana ve yaşadığı çevreye dair tanıklık eden
malzemelerin üzerinde araştırma yapan, toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve
sonunda sergileyen, kâr düşüncesinden
bağımsız, sürekliliği olan bir kurum” olarak tanımlanıyor. Bu tanımdan yola
çıkarsak bakanlığın restorasyon, temizlik ve çeşitli giderleri bahane ederek
uygulamayı savunması, konseyin yukarıda yazılan tanımında koyu renkle yazılmış
cümledeki anlamın dışında bir yerlere kayıyor.
Bakanlık AB vatandaşları
arasındaki fiyat ayrımını ortadan kaldırıp uyum sürecinde bakanlığın önüne
gelebilecek bir sorunu çözme çabası olduğunu varsayarsak neden, kendi
benzetmeleri ile “yerli” ve “yabancı” turistleri ortak noktada buluşturmadılar
veya yerli turist fiyatlarını sabit tutup, yabancı turistlerin ödemeleri
gereken ücretleri aynı noktaya getirmediler.
Diğer yandan bu
icraat en çok müze ve ören yerlerinin en yaygın ziyaretçisi olan öğretmen ve
öğrencileri etkilemiştir. Öğretmen ve öğrenci ayrımının bir insan ayrımı
olmadığını, bu vasıftaki insanların toplumda yüklendikleri sorumluluğun, eğitim ve öğretim sürecinin
birebir içinde bulundukları ve bunun anlatıcısı, tanıtıcısı ve aktarıcısı
olduklarını düşünerek sinema, tiyatro, konser ve ulaşım gibi alanlarına da
bakılarak, yeni fiyat uygulamasının hangi alanında yer alacağını merak
ediyoruz.
Bu aşamadan
sonra Kültür Bakanlığı yaptığı zamdan geri dönebilir, hatta haftanın belli
günleri halk günü ilân edebilir, belki
iki bilete bir bilet hediye de verebilir ama her ne yaparsa yapsın, ülkenin
neredeyse tüm toprak altı zenginliklerini yabancı sponsorların gün yüzüne
çıkardığı gerçeğini silemeyeceği gibi yapay bir ayrımdan yararlanarak duran
“taş”a %350 zam yapma açıkgözlüğünün ülke insanına verebileceği kültürel zararın
gerçekliğini de oturup düşünmek zorundadır. Hem de hemen!
Warhol'un '15 dakikalık ün' fenomeninden yola çıkılarak, 'Haftanın yorumcusu orgazmı' diye bir yenisi geliştirilebilir sanırım. Klavye başında da olsa her bireye kısa bir an için 'Tanrı'lık şansı veren bu yapılanma bana 'Black Mirror' dizisini anımsattı bir parça.
YanıtlaSilBu arada Sadri Şener'in Burak Yılmaz'ın Galatasaray'a transferinden sonra benzer bir 'her yanımız düşmanla çevrili' paranoyası şaşırtıcı derecede yazıda bahsi geçen 'düşman yaratma' yatkınlığımız ile örtüşmüyor mu ?
Yazıyı diğer yazıların gibi bir solukta okudum. 'Durmak yok, yola devam' :))