7 Temmuz 2012 Cumartesi

"DURAN TAŞ”A ZAM GELDİ!

2006 yılı enflasyon hedeflerinin %5 e göre ayarlandığı Türkiye’de, geçen hafta müze ve ören yerleri giriş ücretlerine sessiz sedasız %350 zam yapıldı. Ekmek ve benzin gibi temel maddelere zam yapıldığında hemen tepki gösteren veya sağduyusu ile meşhur halkımız bu muhteşem zamla pek ilgilenmedi.
 Fakat bu olayda zam kadar “dünyanın her yerini gezen” Kültür Bakanı Atilla Koç’un söyledikleri de önemliydi: “Dünyanın hiçbir yerinde yerliye ucuz, yabancıya  pahalı fiyat uygulaması yok. Yabancı ülkelerin bu konuda tepkileri vardı. AB’ye girdiğimizde zaten bu fark ortadan kalkacaktı. Ama biz bu uygulamayı  şimdiden kaldırdık. Ancak önümüzdeki günlerde yerli turistin müzeleri gezmesini teşvik edici uygulamalar başlatacağız.”
Yani Kültür Bakanı zamma gerekçe olarak gösterdiği ayrımı, “AB müzakerelerinde bu ayrım ortadan kalkmadan biz kaldırdık” diyerek Bakanlığı’nın AB’ye uyumundaki göz kamaştırıcı hızını bizlere zam şeklinde yansıttı. Ayrıca Bakan açıklamasında “teşvik edecek yeni uygulamalar başlatacağız” diyerek iyiden iyiye müthiş bir promosyon takipçisi olan ülke insanlarına da sürprizleri olduğu müjdesini verdi(?).
Halbuki madalyonun öteki yanını çevirdiğimizde ise, bir çok soruyla karşılaşıyoruz. İlginin artması için giriş ücretlerinden daha büyük bir teşvik olabilir mi? Yani amaç gerçekten teşvikse ve bu konuya bu kadar “iyi niyetle” yaklaşılıyorsa,  teşvik için yapılacak şey zam mı olmalıydı? Ya da zaten tüketimi oldukça az olan bir ürün için bu korkunç zamdan sonra mı promosyon yapılmalıdır? Kültür hizmeti olmadığına göre, bu nasıl bir tüccarlıktır? Yoksa “Türk misafirperverliği” denilen şey aslında bu mudur?
“Yerli turist”lerin müze ve ören yerleri giriş fiyatlarının %350 arttırılması uygulamasında, birkaç YTL’ye bile kıyamayan ülke insanının 10 YTL’lik bir fiyatı birincil ihtiyaç olarak hiçbir zaman düşünmedikleri bir alana nasıl vereceği, anlaşılan Bakanlığı hiç ilgilendirmiyor. Her fırsatta ülke insanlarını, ülkenin uygarlığını, tarihini, kültürünü bilmemekle, çevresini tanımamakla ve bunlar arasında neden-sonuç ilişkilerini kuramamakla suçlayan milliyetçi hissiyat sahibi iktidar sahipleri, nedense  bu uygulamalarla insanları  eleştirdikleri şeylerin daha çok içine atmaya çalışıyorlar. Küçük şark kurnazlıkları veya pek de inandırıcı gözükmeyen oyunlar ile yeni eleştiri alanları yaratıyorlar.
Oysa, Uluslararası Müzeler Konseyinin  (ICOM) 1995 tarihli 18. Genel Kurulu’nda kabul gören tanıma göre müzeler “toplumun ve gelişimin hizmetinde olan, halka açık, insana ve yaşadığı çevreye dair tanıklık eden malzemelerin üzerinde araştırma yapan, toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonunda sergileyen, kâr düşüncesinden bağımsız, sürekliliği olan bir kurum” olarak tanımlanıyor. Bu tanımdan yola çıkarsak bakanlığın restorasyon, temizlik ve çeşitli giderleri bahane ederek uygulamayı savunması, konseyin yukarıda yazılan tanımında koyu renkle yazılmış cümledeki anlamın dışında bir yerlere kayıyor.
Bakanlık AB vatandaşları arasındaki fiyat ayrımını ortadan kaldırıp uyum sürecinde bakanlığın önüne gelebilecek bir sorunu çözme çabası olduğunu varsayarsak neden, kendi benzetmeleri ile “yerli” ve “yabancı” turistleri ortak noktada buluşturmadılar veya yerli turist fiyatlarını sabit tutup, yabancı turistlerin ödemeleri gereken ücretleri aynı noktaya getirmediler.
Diğer yandan bu icraat en çok müze ve ören yerlerinin en yaygın ziyaretçisi olan öğretmen ve öğrencileri etkilemiştir. Öğretmen ve öğrenci ayrımının bir insan ayrımı olmadığını, bu vasıftaki insanların toplumda yüklendikleri  sorumluluğun, eğitim ve öğretim sürecinin birebir içinde bulundukları ve bunun anlatıcısı, tanıtıcısı ve aktarıcısı olduklarını düşünerek sinema, tiyatro, konser ve ulaşım gibi alanlarına da bakılarak, yeni fiyat uygulamasının hangi alanında yer alacağını merak ediyoruz.
Bu aşamadan sonra Kültür Bakanlığı yaptığı zamdan geri dönebilir, hatta haftanın belli günleri halk günü ilân edebilir, belki iki bilete bir bilet hediye de verebilir ama her ne yaparsa yapsın, ülkenin neredeyse tüm toprak altı zenginliklerini yabancı sponsorların gün yüzüne çıkardığı gerçeğini silemeyeceği gibi yapay bir ayrımdan yararlanarak duran “taş”a %350 zam yapma açıkgözlüğünün ülke insanına verebileceği kültürel zararın gerçekliğini de oturup düşünmek zorundadır. Hem de hemen!

1 yorum:

  1. Warhol'un '15 dakikalık ün' fenomeninden yola çıkılarak, 'Haftanın yorumcusu orgazmı' diye bir yenisi geliştirilebilir sanırım. Klavye başında da olsa her bireye kısa bir an için 'Tanrı'lık şansı veren bu yapılanma bana 'Black Mirror' dizisini anımsattı bir parça.

    Bu arada Sadri Şener'in Burak Yılmaz'ın Galatasaray'a transferinden sonra benzer bir 'her yanımız düşmanla çevrili' paranoyası şaşırtıcı derecede yazıda bahsi geçen 'düşman yaratma' yatkınlığımız ile örtüşmüyor mu ?

    Yazıyı diğer yazıların gibi bir solukta okudum. 'Durmak yok, yola devam' :))

    YanıtlaSil