İnternet kafeler ile ADSL’in yaygınlaşmasıyla birlikte artık interneti
kullanmayanın garip karşılandığı, hatta “bir mail adresin yok mu?” sözleriyle
küçümsendiği bir dönemi yaşıyoruz. İnternete olan bu yoğun ilginin, web
sitelerini de son yıllarda artan bir oranda çok farklı konularda yayın yapmaya,
üyelerine değişik hizmetler vermeye yönlendirdiği de görülüyor.
Bu hizmetlerden belki de en ilgi çekici olanı ise, site üyelerinin yayınlanan
haber ve değerlendirmelerle ilgili yorumlar yapma imkanına kavuşmaları olduğu
söylenebilir. Artık hemen hemen her haberin veya makalenin altında onunla
ilgili üye yorumlarını bulmak mümkün olurken, çoğu kez bu yorumların haberden
daha fazla ilgi çektikleri de dikkatlerden kaçmıyor. Sisteme kolayca üye
olabilen bu sanal topluluklar, bazen haberdeki yoruma kızıp, bazen yorumun
yorumuna kızıp ama sonunda bir şekilde eleştirilerini yorum alanlarında “özgürce”
dile getiriyorlar. Hatta bu yoğun ilgiyi sezen web siteleri de en çok okunan,
yorumlanan haberlerin veya en çok yorum yazan üyelerin bir “toplist”ini bile
yapıyor ve yarın kimsenin anımsamayacağı bir rekabet ortamında herkesin kendi
“enlerini” oluşturmaları sağlanıyor. Günlük, hatta dakikalık” liste başı yorumcu”
olma zevki tadılıyor.
Bu aşamadan sonra haber, haber içeriğinden sıyrılıyor artık o haberi
tıklayan insanlar öncelikle ne yorum yazıldığına bakıyor, sonra da kendi
yorumuna ne gibi yorumlar yazıldığının amansız iz sürücüleri haline geliyorlar.
Sonuçta bu tabloya keyifle bakan internet sitelerinin yöneticileri de kendi
“tıklanma” oranlarıyla, gazete satışlarını karşılaştırıp medyadaki “güç olma”
dengesini kendi lehlerine çevirmeye çalışıyorlar. Böylelikle çığ gibi büyüyen
bu sanal üyeler ve onların halkın
hislerine tercüman oldukları değerli yorumları internette önemli bir yer
işgal etmeye başlıyor.
İşte hepimizin sıklıkla rastladığı, hatta çoğu kez “ne yazmışlar acaba”
diye şöylece bir göz gezdirdiği bu sanal yorum alanlarının, sıradan insanın hissiyatını gözler önüne
sermesi açısından önem taşıdığı söylenebilir. Bunu anlamlandırabilmek için de
Hrant Dink’in katledilmesi sonrasında haber sitelerine yorum yazan “sağ duyu
sahibi” Türkler’in yorumlarına dikkatlice bakmak gerekmektedir.
Mesela, cinayetin duyulmasıyla birlikte ilk yapılan yorumlarda
“saldırının dış kaynaklı olduğu”, “ülkenin huzur ve istikrarının bozulmak
istendiği”, “milliyetçiler hedef gösterilerek, ülkedeki ulusalcı dalganın
kırılmak istendiği”, “ABD ve AB’nin Türkiye’yi güçsüz düşürmeyi amaçladığı”,
“Türk olanın bunu yapmayacağı”, “Kerkük ve Irak konusunda ülkenin önünün
kesilmesi” gibi hep zihinlerin bir köşesinde varolan ve hep kusuru “ellerde”
arayan satırlar yazıldığı görülmektedir.
Asıl vahim durumun ise, katilin fotoğraflarının haber sitelerine düştüğünde
ortaya çıktığı belirtilebilir. Fotoğrafa “dikkatlice” bakan gözler resimde “kara
surat, pis sakal”, “doğulu tipi”, “Kürt tipi” görmekte, direkt söylemese de bu
“bölücü” işin, “bütün bölücü eylemlerin tek sahibi” olduğu fikrinin işaret
tahtası olan PKK’ya ait olduğunu sezdirmeye çalışmakta, taze gündem konusu
Kerkük anımsatılmakta, bir yorumcu uzun bir Türklük söylevinden sonra
“ülkücülerin top sakallı olamayacağından dolayı bu işin sol örgütlerce
planlandığını” yazarken, ona destek veren bir diğeri ise “katilin bereyi uzun
saçlarını gizlemek için taktığını, ülkücülerin uzun saçlı olamayacaklarını”
işaretleyerek bizleri uzun saçlı erkeklerin ideolojik tercihleri konusunda
aydınlatmaktadır.
Sanal alem yorumcuları bunları yaza dursun ilerleyen saatlerde katilin
kimliği belli olur: Trabzon doğumlu, Ogün Samast… Katilin memleketi duyulur
duyulmaz her daim kendilerine yedi düvelce komplo kurulduğunun ideolojik
eğitimini daha küçük yaşlarda almış ülke insanı ani refleksle tepkilere başlar.
Yazılan yorumlar bu sefer merkez değiştirir ve tetikçinin soyadından yola
çıkılan yorumlar yapılmaya başlanır. Bir yorumcu “google’a ‘samast’ yazılmasını
ve çıkan linklerin okunmasını” önerir, ona göre katil tam da yüce Türk
komplosuna uygun şekilde “Yahudi”dir. Bir diğeri “Trabzon’da ermeni var mı”
diye sormaktadır, kafası karışmıştır anlaşılan ama biri yardımına yetişir ve
bulanıklığı giderir “katil bir rum!”
Tabi Trabzon kelimesiyle birlikte yurt sathına yayılmış Trabzonlular
alınganlık krizine girmeye başlamışlardır bile. Ama bu şehrin alınganlığının
başka bir şehre benzemediği de yine yorumcularca doğrulanır şekilde satırlara
yansır. Site üyeleri genelde “Trabzonlular’ın delikanlılığını ve
milliyetçiliğini”, “ülkeye bağlılıklarını”, “arkadan adam vurmayacaklarını”,
“bu işin Trabzon’da bir Rum Pontus devleti kurmak isteyenlerin oyunu olduğunu”,
“Ermeni diasporasının parayla adam satın aldığından”, “Trabzon üzerinden
milliyetçi cephenin parçalanmak istendiğinden” bahsedilir. Bir yorumcu ise bu
koroyu bozan ve sürekli “vatan hainleri” yaftasıyla suçlanan cılız sesleri Trabzon’a
çağırır “gelin de burada konuşun!” Hatta birisi vatan haini bellediklerini
“nazikçe” uyarır, “dikkat et takibe alındın.”
Öte yandan bu kadar haber akışına rağmen dikkati çeken en genel ifade ise
en baştaki, belki de üzerine düşünülmesi yüzyılı bulacak, kimliksel ve sembolik
yargının değişmemiş olmasıdır: “Türk arkadan vurmaz”, “ülkücü adam öldürmez”,
“Müslüman cana kıymaz”… Ayrıca, bu yargı o kadar çok yorumda aynı şekliyle yer
almaktadır ki insan yazanların hep aynı kişiler olduklarını bile düşünmeye
başlayabilir.
Saatler geçer, katil yakalanır. İfadesinde “internetten Dink’e ait
yazıları okuduğunu, ‘Türk kanı pis kan’ dediği için onu öldürmeye karar
verdiğini, aynı gün Cuma namazını kıldıktan sonra, yazara arkadan bir metre
yaklaşıp, ensesinden vurduğunu” belirtir. Bir görgü tanığı ise katilin “bir
Ermeniyi öldürdüm” diye nara atıp olay yerinden uzaklaştığını açıklar. Bütün
bunlardan sonra bile bir gazetenin sorumsuzca attığı başlık yorumcular arasında
coşkuyla karşılanır ve sıradan faşizmin hissiyatını milliyetçi vicdanlarda
temizler: Katil Ermeni Çıktı!
Yıllar yılı okumuş, yazmış, öğrenmeye çalışmış aydınlar bu ülkede “oturdukları
yerlerden yazmakla”, “boğazda rakı içip yurt meselelerine yabancı” olmakla
suçlandılar. Onları suçlayanların ideolojik tedrisatından geçmiş bu sanal
yorumcular beş cümleyi geçmeyen fikriyatlarıyla, garip nick’leriyle, içerikten
yoksun kaba, Türkçe ve imlâ özürlü satırlarıyla, yemek içmek gibi doğal, dost
sohbetlerinde sarf edilen sözler kadar bildik, her daim açıkça sövgüye, tehdide
ve şiddete dönüşebilecek cümlelerdeki sıradan faşizmleriyle her an
karşılaşabileceğimiz kadar yakındalar. Fakat asıl umut kırıcı olan, bu
insanların yazdıklarına gerçekten inanmaları ve bunun nasıl çözülebileceğini
düşünme işinin, maalesef yine bize düşmesi!
Warhol'un '15 dakikalık ün' fenomeninden yola çıkılarak, 'Haftanın yorumcusu orgazmı' diye bir yenisi geliştirilebilir sanırım. Klavye başında da olsa her bireye kısa bir an için 'Tanrı'lık şansı veren bu yapılanma bana 'Black Mirror' dizisini anımsattı bir parça.
YanıtlaSilBu arada Sadri Şener'in Burak Yılmaz'ın Galatasaray'a transferinden sonra benzer bir 'her yanımız düşmanla çevrili' paranoyası şaşırtıcı derecede yazıda bahsi geçen 'düşman yaratma' yatkınlığımız ile örtüşmüyor mu ?
Yazıyı diğer yazıların gibi bir solukta okudum. 'Durmak yok, yola devam' :))