7 Temmuz 2012 Cumartesi

TECRÜBELİLER CUMHURİYETİ

 "Tecrübe,harem ağalarının
silâhı. Büyüklerin bu koltuk
değneğine ihtiyacı var mı?...”
      Cemil Meriç (Bu Ülke’den)

 (07/01/2004-RADİKAL)

İçinde yaşadığımız dönemi tanımlamaya dair tüm sorulara hemen hemen herkes tarafından verilen bütün yanıtlar, artık bir tek kavrama açılıyor:Bilgi Toplumu... Cumhurbaşkanından başbakanına, politikacısından işadamına, askerine ve tabi ki kim olduğunu bir türlü çözemediğimiz şu meşhur “sokaktaki adam”a kadar herkes bu kavramı kullanıyor. Fakat, bu gibi kavramları sadece olur olmaz her yerde kullanmakla kalmak, kavramların ifade ettiği anlamı/anlamları da örtüyor, görünmez kılıyor ve en nihayetinde ortadan kaldırıyor.
Aslında burada, ne kadar “bilgi toplumu” olduğumuz ya da “bilgi toplumu” nasıl olunur gibi bu sütunları aşacak tartışmalardan ziyade, “bilgi”den ne anladığımızın, bilgiye nasıl ulaştığımızın, “bilgililer”in kim olduğunun konuşulması gerekmektedir ve bu satırların yazarı da asıl sorunun bu olduğunu düşünmektedir. Öyle ki, sanılanın aksine yakın gelecekte “bilgi toplumu” falan olamayacağız, çünkü biz “tecrübeliler toplumu”yuz, hatta kulağa daha hoş gelen şekilde söylersek, sonsuza kadar yaşatılacak bir “tecrübeliler cumhuriyet”ine sahibiz! Peki öyleyse nedir bu tecrübe?

Bir İnsan İlişkileri Biçimi Olarak Tecrübe 

Lafı uzatmadan söylemek gerekirse, ülkemizde “bilgi/bilgili” demek “tecrübe/tecrübeli” demektir. Buna göre tecrübe, bilgiyi kapsar, içerir; onun sonucu değil başlangıcıdır. Bilgi tecrübeden çıkar ve şekillenir. Aralarında tecrübeden yana, tek taraflı bir akış vardır. Öğrenmenin bilinen tek yolu tecrübedir; tecrübe edile edile, deneye yanıla öğrenilir, bu yönüyle de tecrübe bir “öğrenme” şeklidir. Böylelikle, tecrübe edilenin sonucunda elde edildiği düşünülen bilgi türü, en yüce değer haline gelir, bu bilgi kırıntıları da adeta kutsanır. Bu açıdan tecrübe, bilgiye ulaşmaya niyeti ve azmi olmayanların sığındığı en son ve en “güvenli” limandır. 

Yine tecrübe bu yönüyle, bir insan ilişkileri biçimidir. İnsanlar, özellikle iş yaşamında, kendilerini ya da diğer kişileri anlatırken ne kadar “tecrübeli” olduklarından bahsederler; asıl anlatılmak istenen ise, tecrübenin barındırdığı düşünülen “bilgili”, “yetkin”, “olgun”, “iş bitiren” gibi (ve daha nicesi) değerlere sahipliktir. Bu nedenle tüm “tecrübeliler” aynı dili konuşurlar. Baba çocuklarına, müdür astlarına, antrenör oyuncularına, usta çıraklarına, komutan erlerine sürekli aynı dil ile seslenir:Ben tecrübeliyim...Bu nokta, tecrübenin, geleneksel kültürün içerisinde saklı itaat kodları ile birleştiği yerdir ve çoğu kez ataerkilliği besler. 

Öte yandan, sosyalleşme içerisinde öğrenilen pek çok kavramdan biri olan tecrübe, doğrudan yaşa dayandırıldığı zamanlarda yanına bir de “saygı”yı katar. Tecrübeyle kazanıldığı düşülen bilgi, saygı ile birleşince ona saygı gösterilmediği düşünülen her durum, bazıları için kâbusa dönüşebilmektedir. İşte “tecrübeliler”in otoriter yüzü de burada ortaya çıkar, sizi her durum ve şartta, çoğu kez de zorla, saygıya çağırırlar. 

Diğer yandan, bu kadar karmaşık ve çok yönlü yaşam içerisinde tecrübe ettiklerimizin bir sınırı, bir son noktası olmadığı için tecrübe de  bitmek tükenmek bilmeyen bir süreç meselesi haline gelmektedir. Bu da sürecin hangi aşamasında olursa olsun o aşamasındakilerin, bu süreci/tecrübeyi yaşamamışlar üzerindeki iktidarını perçinler. Tecrübe tüm değerlerin üzerinde taçlandırıldığı için, en basit bir tecrübe etme olayı bile, hele de olumsuz şekilde sonuçlanmışsa, çoğu kez bunu daha önce tecrübe etmişlerin tecrübe etmemişlere karşı duyduğu garip “haz” şeklinde karşımıza çıkar ve bu bir iktidar biçimi olarak oldukça rahatsız edicidir. Burada “tecrübesiz” olarak adlandırılanların vahim durumu ise, “tecrübeli” mertebesine ulaşana kadar “tecrübeliler”in iktidarını onaylamak/onaylıyor görünmek zorunda kalmalarıdır. Yani bir nevi “sıramı bekliyorum” durumu!... 

Oysa ki, sosyal dikotomilerin yol açtığı sakıncaların bilgisiyle yine de söylemek gerekirse, tecrübe “geleneksel toplumun bilgisi”dir. Okur-yazarlığın çok düşük olduğu, bilginin (çoğu kez de dini bilginin) belli ellerde saklandığı, zaten gündelik yaşamlarındaki pratik amaçlar için insanların bunlara pek de ihtiyaç duymadıkları geleneksel toplumlarda, tecrübe ile öğrenilenler en işlevsel öğrenme şeklidir. İşte bu nedenle, bu gibi toplumlarda yaşlılar (tecrübeliler), en önemli mevkilerde bulunurlar, sözleri can kulağıyla dinlenir, istekleri emirdir. Yıllar boyunca yaşadıkları deneyimler onlara gündelik yaşam içinde nasıl ayakta kalınacağını öğrettiği için, tecrübe biçimindeki bir bilgi şekli geleneksel toplumların olmazsa olmazıdır. 

Tabi ki, özellikle belirtmek gerekirse, burada “bilgi” de tartışmalı bir durumdadır. Çünkü Türkçe’de “bilgi” o kadar geniş bir alanı kaplamaktadır ki, hemen hemen her şey “bilgi”dir. Ülkemizde “bilgi” ile “genel kültür”, hatta “haber” karıştırılmakta, bunların tümü “bilgi” başlığı altında sunulmaktadır. Hâl böyle olunca, “quiz show”lar “bilgi yarışması” olmakta, herhangi bir hayvanın adını bilmek bile, ne pratik ne de bir başka şekilde hiçbir yararı olmasa dahi, sizi “bilgili” yapabilmektedir. Halbuki “bilgi-knowledge”, bir yolculuktur ve bu yolculuğun içerisinde bilim, araştırma, emek, merak, keşif ve özveri vardır; nihayet “bilgi” de bu sürecin sonunda ortaya çıkar. Dolayısıyla tecrübe asla bu anlamdaki bir “bilgi” değildir ve tecrübenin bilgi ile bir hesabı olmamalıdır.

Bir Devlet Politikası Olarak Tecrübe

Eğer bu tecrübe meselesi, sadece insanlar arasındaki gündelik ilişkilerde kalsa, tabi ki bu kadar şey söylemeye de gerek olmayabilirdi. Fakat bu bir “devlet politikası” olunca, boşluğa seslenmek dahi olsa, bir şeyleri söylenmek gerekiyor.
Öncelikle, ülkemizde gerek bürokraside gerekse de devletin diğer kademelerindeki atama veya görevde yükselme ölçütlerine baktığınızda birinci sırayı “hizmet yılı” almaktadır. Hizmet yılı sonucunda “biriktirilen” “hizmet puanı” sizin “en değerli hazinenizdir.” Geçip giden yılların verdiği tecrübe, sizi diğerlerinden (tecrübesiz zavallılardan) üstün kılar. Çünkü hiçbir niteliğe sahip bulunmasanız bile tecrübeniz size yetmektedir.
Hemen örnek vermek gerekirse, “her işin başı” dediğimiz eğitim sisteminde, görevde yükselme ya da daha statülü okullara (Anadolu ve Fen Liseleri gibi) geçişlerde en başta gelen ölçüt “hizmet puanı”dır. Bunun böyle olmasının nedeni, tecrübeli öğretmenin, iyi öğretmen olduğu düşüncesidir. Dolayısıyla, alanında yüksek lisans/doktora yapmanın, bir çalışma/proje ortaya çıkarmanın, bir eser vermenin, herhangi bir metni Türkçe’ye kazandırmanın, yani çalışmanın da bir anlamı kalmadığı için atalet ve niteliksizlik ödüllendirilmektedir.
Bütün bunlara rağmen, hâlâ öğretmenleri hizmet yıllarına göre “kademelendirmeye” ve böylelikle maaşlarında ve statülerinde iyileşmeler yapmayı düşünen yasa koyucular, sorunları anlamanın da ne kadar uzağında olduklarının örneğini verirler. Mevcut durumda, bilgiyi, emeği, çalışmayı ve kendini geliştirmeyi desteklemek şöyle dursun görmezden gelenler, “öğretmenler çağın gerisinde” deme hakkına da sahip değildirler. Tecrübeyi bir nitelik, liyakat ve hatta kişisel gelişim zannedenler, tüm devlet kademelerindeki ataletin yegâne sahipleridirler.
Bu noktada devletin tecrübeye bu derece önem yüklemesi, tecrübenin bir düzleştirme, birbirine benzetme, süreç içerisinde “eğitme”, bireysel gelişimi engelleme yönüyle de ilişkilidir. Bu devlet politikası, birey olma/bireysel gelişimi değil, tecrübe gibi herkesin az da olsa nasiplendiği kolektif bir değer altında toplanmayı öngörür. Tecrübenin bu özelliği onu, olası eleştirilerden de korur, gizler.

 Sonuç 

Sonuç olarak, bunun nedenleri üzerine düşünmeye başladığımızda, yine yola çıktığımız yere geri dönüyoruz. Ülkemizde gelenekselliğe ait pek çok değer, “modern” diye alıp kurmaya çalıştığımız kurumların içerisine, doğal olarak, yerleştiği için patronaj liyakatın, rasyonel olan irrasyonelin, atalet çalışmanın, tecrübe bilginin önüne geçmektedir. Böyle bir ortamda da bir liyakat sistemi kurmak, politik patronajı engelleyebilmek, rasyonel bir iş yapılabilmek, bilgiye değer vermek, niteliği artırabilmek, hakkaniyete dayanmak ve en önemlisi kurumlaşabilmek de o derece zor olmaktadır. Tabi ki, bu kadar tecrübeli niteliksizin olduğu bir ülkede de yukarıdaki sorunları sadece ekonomik nedenlere bağlamak, tam da “tecrübeliler”e has bir kolaycılıktır. Bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç vardır ki, bu da ne sipariş ile olur ne de kısa sürede gerçekleşir. 

Neticede tecrübe bir “nitelik” ise, meselâ, tecrübe ile kaç makale yazılır? Hangi hastalığa çare bulunabilir? Hangi teknoloji yaratılabilir? Burada soruları uzatmanın anlamsızlığı, 80 yıldır bu ülkede “tecrübeliler”in el yordamıyla, tıpkı bir kör gibi yapmaya çalıştıkları kadar anlamsız kalıyor. Deneye yanıla seçmeni politikacısını, politikacısı liderini bulacak, bürokratı birkaç ihale batıracak, öğretmeni birkaç nesil kaybettirecek, yöneticisi olmayacak işlere para akıtacak ve daha nicesi!...Tecrübe etmeye kalkışmanın bedeli büyüktür ve her tecrübe etme girişimi bu ülke insanlarının omuzlarına binen yükü ağırlaştırmaktadır. 

Dünyanın en uzun bayrağına sahip olmakla övünürken, dünyanın en kısa ufkuna sahip olan “tecrübeliler”, gazetelerde bilme neredeki “müthiş Türk”ün yaptığı buluşla koltukları kabaranlardır. “Tecrübeliler cumhuriyeti”nin muktedirleri, böylesi yüzlerce kişinin neden bu ülkede aynı başarıyı gösteremediği ile de ilgilenmezler. Çünkü şu hayati soruya verecek yanıtları yoktur:Tecrübe etmediklerimizi nasıl bilebileceğiz?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder